Paralel devlet ve kanaat meselesi
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Ahmet Hakan diyor ki: "Paralel yapı" varsa, bu ilişkiyi somut delillerle tespit edip, şahısları adalete teslim edeceksiniz.
Gülay Göktürk diyor ki: AK Parti aleyhine kapatma davası açıldığında, bunun arkasında derin devletin olduğunu biliyorduk ama elbette somut bir ilişki kurmak mümkün değildi. Dolayısıyla, 17 Aralık operasyonuyla başlayan sürecin perde arkasında da bir "paralel yapı" mevcuttur. İspat etmek mümkün olmamakla birlikte, bu bir "kanaattir."
Gülay Göktürk'ü arkadaş olarak çok sevmeme, bağımsız duruşuna saygı duymama rağmen, bu tartışmada Ahmet Hakan'ın görüşüne katıldığımı söylemeliyim. Elbette Göktürk, bir yazar olduğu için, her konuda kanaatini ifade edebilir. Ama mesele, bir yazarın kanaati çizgisinde kalmayıp, ülkede "cadı avına" dönüşmüşse, "Cemaatçi" yaftası yapıştırılıp, binlerce polis adeta sürgüne gönderilmiş, soruşturmayı başlatan savcıların elinden yolsuzluk dosyaları alınmışsa, "değdi/değmedi" diye ülkede "McCarthy" havası esiyorsa, cadı avı giderek yaygınlaşıyorsa, kanaatten öte somut deliller aramak hukuk devleti olmanın gereğidir.
Neden yolsuzlukların üzeri örtülüyor endişesinin giderek derinleştiğini örneklerle açıklayayım:
*İstanbul Başsavcı Vekili Zekeriya Öz ile Savcı Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç, 17 Aralık yolsuzluk dosyasından uzaklaştırıldı. *Savcı Muammer Akkaş'ın 25 Aralık operasyonu akim kaldı, kendisi de Tekirdağ'a atandı. *İzmir İmbad operasyonu kapsamında, önce dosyada koordinatörlük görevi yapan Başsavcı Vekili Ali Haydar İzmir Karşıyaka'ya gönderildi. *Sonra, yolsuzluk dosyasını, Savcı Ali Çelik'in elinden alması istenen ve buna direnen İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Baş, Samsun Bölge Adliyesi'ne tayin edildi. Ve nihayet, onun yerine atanan yeni Başsavcı Mustafa Doğru, aynı İstanbul'daki Başsavcı Hadi Salihoğlu gibi davrandı. Salihoğlu Celal Kara'yı uzaklaştırmıştı. *İzmir'in çiçeği burnundaki Başsavcısı da, İmbad dosyasını Ali Çelik'in elinden aldı.
Ne yapalım, bütün bu kişiler "paralel devletin" adamlarıydı. Ben böyle bir kanaat taşıyorum diye omuz silkmek, sorumlu bir aydına yakışmaz. Bu da benim kanaatim.
Fark
Eski Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff, Aşağı Saksonya Eyalet Başkanı olduğu dönemde, 719 euro'luk otel ve yemek masrafını bir işadamına ödettiği gerekçesiyle yargılanıyor. Biz ise, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet dosyasını, otel faturasını bir işadamına ödettiği için HSYK'nın 2. Dairesi'nden kınama cezası alan Ekrem Aydıner'e teslim ettik.
Tehlike
Demokrasi paketi içinde yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının etkinliğini önleyecek çok sayıda düzenleme olduğundan dün söz etmiştim. Bir nokta gözümden kaçmış, onun da altını çizeyim.
Teklifin 17'nci maddesiyle Ceza Muhakemesi Kanunu'na geçici bir madde ekleniyor. Bu maddeye göre, katalog suçlarla ilgili dinleme ve tedbir kararlarının tümü, yasa kabul edildiğinde geçersiz hale gelecek. Ağır Ceza Mahkemeleri'nden, yeniden oybirliğiyle karar alınacak.
Türk Ceza Kanunu'nun 220'nci maddesinde tanımlanan suç örgütleri açısından teknik takip, telefon dinleme, fotoğraflama imkânları ortadan kalkıyor. Her ne kadar, usul hukukundaki değişiklikler geriye doğru işletilemese de, ceza davasıyla bağlantı olduğu öne sürülerek, 17 Aralık, 25 Aralık ya da İzmir Liman yolsuzluğu gibi soruşturmaları etkilemesi, bütün dinlemelerin ve teknik takibin yok hükmünde kabul edilmesi acaba mümkün olabilir mi?
İki nokta
1) Adli kolluk olarak çalışan polisin operasyon yapmasını, emniyet müdürü engelliyor. Bu durumda, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) emniyet müdürü hakkında inceleme ve soruşturma başlatabiliyordu. Demokrasi paketi kabul edilirse, bundan böyle izni Adalet Bakanı verecek.
2) Görevlerinden uzaklaştırılan memurlar, özellikle rüşvet operasyonu kapsamında sürgüne uğrayan polisler, İdare Mahkemeleri'nden kısa sürede yürütmeyi durdurma kararı alabiliyordu. Sözde "demokrasi paketi"yle bu da engelleniyor. Mahkeme, İdare'nin savunmasını bekleyecek, sonra karar verecek. Bu da, uzun bir süre aldığı için, memurları daha da mağdur edecek.