Sular durulunca...
Erhan Başyurt 01 Ocak 1970
Türkiye tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları başladığından bu yana, yargı sürecinin ilerlemesinin önünü kesmek için “paralel yapı” ve “yargı darbesi“ söylemi öne çıkarılıyor.
Hukuksuz görevden almalar, siyasal kadrolaşmalar, hukuku siyasallaştırma çabaları da aynı gerekçeler perde edilerek, nefret ve tehdit dili altında icra ediliyor.
Soruşturmaları örtmek için yürütülen algı operasyonunun, Türk demokrasisine nasıl bir darbe vurduğu sular durulduğunda daha iyi görülecektir.
“Yargı darbesi” değil “yargıya darbe”
Birincisi, yargı soruşturmalarına “yargı darbesi“ demek akıl ve mantıkla izah edilemez...
Darbe, meşru olarak seçilmiş iktidarı gayrimeşru yoldan yasaları çiğneyerek devirme, iktidarı ele geçirme eylemine denir.
Oysa yolsuzluk ve rüşvet soruşturması, yasaları çiğneyip halkın parasını gayrimeşru yollardan zimmetine geçirenlere yönelik, tamamen meşru bir süreç...
Yani yasaları ihlal söz konusu değil, tam tersine yasaları ihlal edenlerin suçüstü yapılması, tespiti söz konusu.
Yaşanmakta olanlar için illa bir “darbe” nitelemesi söz konusu olacaksa, o da “yargıya darbe“dir.
Yargı ve kamu da “iktidara paralel yapı”
İkincisi, yasa ile belirlenen görevlerini yerine getiren yargı ve güvenlik mensuplarına “paralel yapı” demek demokratik hukuk devleti ile bağdaşmaz.
“Paralel yapı“ adı altında sürgün edilen binlerce kamu personelinin, hukuk dışına çıktıklarına dair tek bir delil yok.
Haklarında idari soruşturma, disiplin cezası yok.
Emniyet’ten yargıya, TRT’den Adli Tıp’a, Maliye’den MASAK’a tüm kamu kurumlarına yayılan ve hukuksuz fişlemelere dayalı tasfiyeler gerçekleştiriliyor.
Kış ortasında gerçekleşen görevden almaların yerine de yine fişlenmiş isimler getiriliyor.
“Paralel yapı”yı tasfiye adı altında, kamuyu ve hukuku siyasallaştıran, yargıyı siyasi kontrol altına alan atamalar yapılıyor.
Yolsuzluk soruşturmaları sürdürülemesin diye “iktidara paralel” bir yapı oluşturuluyor.
“Milli iradeye saygı”nın gereği...
Üçüncüsü, yolsuzluk soruşturmaları nedeniyle “milli iradeye darbe“ anlamına gelecek herhangi bir durum da söz konusu değil.
Bazı bakanların isimlerinin de karıştığı soruşturma, seçimle gelen iktidarın düşmesi anlamına gelmez.
AK Parti, Meclis’te çoğunluğa sahip ve tek başına iktidar.
Soruşturma bu gerçeği değiştirmez.
Nitekim o bakanlar alındı ve hükümet yeni kabine ile görevine devam ediyor.
Deniliyor ki: “Soruşturmalar, yerel seçim öncesi AK Parti’nin oyları düşsün diye yapıldı.“
Yerel seçimde halk yerel yöneticilerini belirler. AK Parti’nin oyu “sıfır” bile çıksa, bu durum 2015 Temmuz’a kadar tek başına meşru hükümet olarak kalmasını engellemez.
Yolsuzluk soruşturması “milli iradenin sandık yoluyla tecellisine“ en ufak bir zarar vermiyor.
Şayet gündeme gelen suçlamaların sandıkta partiye zarar vereceği kaygısı taşınıyorsa, sandığa ve milli iradeye saygı duyuluyorsa, halkın önüne hukuken aklanarak gidilmeli...
İktidar, yasal görevlerini icra eden insanları “paralel yapı“, “yargı darbesi“ gibi hukuki hiçbir dayanağı olmayan yaftalamalarla görevden almak yerine, yasa dışı işlere bulaşan mensuplarını görevden almalı.
“Siyasi miyopluk” kaybettiriyor
Unutmamak gerek ki, hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve hesap sorulabilirlik gibi temel evrensel değerler kanun önünde eşitlik, hesap verebilirlik ve denetlenebilirlik prensipleri üzerine kuruludur.
Siyasi iktidar zarar görmesin diye, demokratik değerleri, hukukun üstünlüğünü ve halkın parasını feda etmek, akıl ve mantıkla izah edilemez.
Şayet soruşturmaya konu olduğu gibi “yolsuzluk, rüşvet, çıkar sağlama, ihaleye fesat ve nüfuz ticareti” yapmak yoluyla yasaları ihlal edenler varsa, esasen bunlara göz yummak hukuksuzluk olur.
Hukukun önünün kesilmesine, kamu bürokrasisinin ve yargının siyasallaşmasına seyirci kalmak, Türkiye’nin geleceğine darbe vurulmasına ve milletin hakkının gasp edilmesine sessiz kalmaktır.
Umarım bu “siyasi miyopluk“ Türkiye’ye çok şey kaybettirmeden, “Basra harap olmadan” yanlıştan dönülür...