'İleri demokrasi'yi beklerken...
Adem Yavuz Arslan 01 Ocak 1970
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, 'Türkiye'nin kendine özgü şartlarını ve derin yapılarla mücadelesini' anlatırken sık sık "Şeytan taşlamaktan tavaf yapmaya fırsat kalmıyor" der.
Yani; "darbecilerle, terörle, çetelerle uğraşmaktan asıl vazifemizi yapamadık, demokratikleşmeye fırsat kalmadı" diyor.
Benzer yaklaşım bütün AK Parti'de var(dı.)
Aslına bakılırsa 12 Eylül referandumuna kadar olan dönem için bu tespitte haklılık payı vardı denebilir. Belki de bu yüzden -ben dahil- birçok kesim ya yapılan yanlışlara fazla hoşgörülü davrandı ya da sorunların halının altına süpürülmesine göz yumdu.
Hükümetin ürkek tavırlarının askeri vesayetle mücadeleden kaynaklandığını sanmıştık.
Ancak 12 Eylül 2010 referandumundan bugüne kadar geçen sürede yaşananlar 'meselenin başka' olduğunu gösterdi.
İçişleri Bakanı Efkan Ala'dan dinlemiştim.
12 Eylül referandumu akşamı Başbakanlık'ta yapılan değerlendirmenin sonunda "Bu akşam iktidar olduk arkadaşlar" denmişti.
Fakat hemen ertesi günden başlamak kaydıyla farklı bir durum ortaya çıktı.
Hızla demokratikleşme adımları atacağını umduğumuz hükümet farklı bir rotaya girdi.
Darbe anayasasından kurtulamadık.
Bu konudaki isteksizlik ayan beyan ortada.
Çünkü istenirse birkaç günde yasal ya da anayasal düzenleme yapılabileceğini son günlerde gördük.
Çok konuşulan reform paketleri ihtiyaca cevap vermekten uzak çıktı. Başörtüsü serbestisi hariç esaslı bir rahatlama yaşanmadı.
Aleviler'e yönelik paket unutuldu. Kürt sorunu ile ilgili esaslı adımlar atılamadı.
Ortaya çıkan fişlemeler gösterdi ki 2012 yılında bile fişlemeler tam gaz devam etmiş. Kaldı ki 17 Aralık sonrası tasfiye edilen 6 binden fazla bürokratın varlığı fişlemelerin dolaylı teyidi demek.
Gezi Parkı ya da dershane tartışmalarında olduğu gibi herkes hain, herkes ajan ilan edildi.
Yolsuzluk soruşturması ile yaşananlar da ortada.
Hükümet soruşturmalara doğrudan müdahale etti. Bırakın yargı bağımsızlığını yargının kendisi kalmadı.
Hazırlıkları süren 5. Yargı Paketi'nde alenen yargı yürütmeye bağlanacak.
Örnekleri uzatmak mümkün.
Fişlemeler internete uzanacak
12 Eylül referandumu ile birlikte 'gerçek anlamda iktidar' olan hükümet demokrasi ve şeffaflık taleplerine tepkili. Önüne geleni ajan, provokatör, hain, Haşhaşin ya da çete olmakla suçluyor.
Şimdi ise esaslı bir sorunla karşı karşıyayız.
TBMM'de görüşülen internet yasası bu haliyle geçerse zaten kötü olan karnemiz daha da kötü olacak.
40 milyon insanın hayatını doğrudan etkileyecek yasa oldubitti ile çıkıyor. Torba Kanun'un içine atılan internet düzenlemesi birçok açıdan sorunlu. Son yayınlanan AB raporlarında bırakın yeni düzenlemeyi eskiye bile ciddi itirazlar var.
Yeni düzenlemeye neler diyeceklerini tahmin etmek zor değil.
Gelelim detaylara...
Yeni yasanın iki temel sorunu var. Öncelikle yargı kararına ihtiyaç duymadan idareye doğrudan erişimi engelleme yetkisi veriliyor. Özel hayatın gizliliği gibi muğlak bir alanda TİB tek söz sahibi olacak.
TİB Başkanı'na ve çalışanlarına hem geniş yetkiler tanınıyor hem de haklarında soruşturma açılabilmesi izne bağlanıyor.
Bir diğer tehlike de getirilen kurallar fişleme anlamına geliyor.
Sizin tüm internet hareketleriniz, girip çıktığınız siteler, mailleriniz vs. servis sağlayıcılarca 2 yıl boyunca arşivlenip istendiği anda TİB, emniyet ve MİT'e verilmek zorunda.
Sonuç itibariyle; yasa bu haliyle geçerse fişlemeler internete de sıçrayacak. Mevcut yasa otoriter olmakla eleştiriliyordu.
Şimdi onu da arar hale geleceğiz.
Her şey idarenin emrine verilecek. Böylece Çin ya da Ortadoğulu ülkelerle anılır olacağız.
İyi bir internet kullanıcısı olan Cumhurbaşkanı Gül özgürlükleri kısıtlayan bu yasaya onay vermemeli.
Zaten giderek otoriterleşen bir ülke görüntüsü veriyoruz.
Üzerine bir de internet yasakları ile gündeme gelirsek bizi 'paralel yalanları' bile kurtaramaz.