Başbakan’a soru sorma cüretinde bulunmak
Sevgi Akarçeşme 01 Ocak 1970
“Başbakan Erdoğan, Almanya ziyareti öncesi Atatürk Havalimanı’nda gazetecilerin sorularını azarladı.” Bu cümle bir Zaytung esprisi, ama olan tam da buydu.
Öyle bir dönemden geçiyoruz ki satirik bir site olan Zaytung’la gerçek gazeteler arasında artık çok ince bir çizgi var. Hatta hükümetin işadamlarından zorla topladığı paralarla satın alınan ‘havuz medyası’ Zaytung’u aşan komiklikte.
Başbakan, Almanya’ya giderken kendisine en azından internet medyasında bir aydır yer alan ve bakanlarla Reza Zarrab’ın ilişkilerini 8 ay önce ifşa eden raporu soran Zaman muhabirini paralel yapının parçası olmakla suçladı. Bu raporu zımnen kabul ederek 17 Aralık’ın bir komplo olduğu saçmalığını kendisi çürütmüş oldu. Başbakan’a soru sorma cüretinde bulunduğu için azarlanan meslektaşımızı görünce Gülse Birsel’e hak vermeden edemedim. Her kanalda her dakika Başbakan’ı görmenin kendisini kesmediğini, güne onun fırçasını yemeden başlayamadığını yazan Birsel, “Artık halimizle dalga geçiyor, hükümet her eve Erdoğan’ın bir hologramını dağıtsın, böylece hepimiz ‘kişiye özel’ azarımızı işitelim.” önerisinde bulunuyordu. Mantıklı izahı olmayanın mizahı yapılıyor işte… Ne yazık ki durum esprilerle geçiştirilemeyecek kadar ciddi. Başbakan’a soru sormanın cesaret meselesi haline geldiği ülkemizde bazı soruların yöneltilmesi düşünülemiyor bile. Hükümet kontrolündeki medya iftiralar yaymakla meşgul olunca, halk bilgi kaynağı olarak internete yöneliyor, adeta “paralel bir medya” doğuyor. Pek çok insan için geleneksel medyada yazılıp söylenemeyene ulaşma kaynağı Twitter. Yolsuzluklarla ilgili yasal dinleme tapelerini yayınlayan ve sürekli engellenen ‘Haramzadeler’ de bu kaynaklardan biri. Başbakan’a ait olduğu iddia edilen ve sit alanına yapılan villalar ya da Sabah-ATV’nin satın alınması için kurulan bağış (!) havuzuyla ilgili iddialara şimdiye kadar gelen hiçbir cevap yok.
Başbakan, Hocaefendi ile ilgili montajlanmış illegal ses kayıtlarını diline dolarken, kendisine yasal olan bu tapeleri sorabilen tek bir babayiğit çıkabildi mi? Ama Başbakan’a sorulsa- ki medya özgürlüğü sorusu Almanlar’dan geldi- basın ‘sınır tanımıyor’. Bu kez muhatabını azarlamak yerine müstehzi bir gülüşle bu demokratik standardı müthiş yüksek bu cevabı verdi kendisi! Bu arada, keşke Başbakan, Almanların Gezi’den beri dahil olduğunu söylediği komploları kaynağında sorsaydı da dış mihraklar konusunda aydınlansaydık.
Ülkeyi bekleyen daha vahim tehlike, torba kanuna atılan internet yasa tasarısı. Görünürde Deniz Baykal kaseti vakası gibi nahoş özel hayat ihlallerini kısıtlama amacı güden bu yasa, aslında kuzu postuna bürünmüş bir kurt. Zira TİB başkanına, yani hükümete bağlı bir bürokrata özel hayatın ihlali gerekçesiyle mahkeme kararı olmadan içerik yasaklama yetkisi getiriyor. Yani, bir daha bir bakanın oğluyla yolsuzluk konuşması internette yayınlansa, o kişi bunu özel hayat gerekçesiyle engelleyebilir. Aslında, bu yasa, habere ulaşmada sansürsüz adeta tek kaynağımız haline gelen ve nefes borusu işlevi gören internete büyük bir darbe. Daha tasarı yasalaşmadan TİB, Umut Oran’ın yolsuzlukla ilgili soru önergesini yayınlayan web sitesine sansür uygulamaya kalkıştı bile. Bu tasarı da tıpkı, adli kolluğu valiye bağlamak, yani bağımsız soruşturmaların önünü kesmek için atılan adımlardan biri.
Avrupa Birliği yerine Şanghay’ı alternatif gördüğümüz gibi, internet yasaları konusunda da özgür dünya yerine Başbakan’ın ikinci evim dediği İran’ı mı örnek alıyoruz yoksa?