« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Kas

2007

Barzani’den komşu...

HASAN ÜNAL 27 Kasım 2007

TÜRK Milleti ile yegane bağı Türkçe lisanı haline gelen gazetelerde son haftalarda sık sık PKK’nın kaçacak delik aradığına ve örgütün hızla tasfiye sürecine girdiğine dair haberler çıkıyordu. Son günlerde bunlara Cemil Bayık ve belki de Murat Karayılan gibi PKK’nın önde gelen teröristlerinin derdest edilerek Türkiye’ye verileceği haberleri de eklendi.

PKK terör örgütünün tasfiye edilmekte olduğunu anlatan haberlere (!) hep şüpheyle yaklaşırım. Çünkü ne zaman bu türden haberler çıkmışsa tam tersine gelişmeler yaşanmıştır. ‘Eve Dönüş’ olarak çıkarılan ‘af’dan evvel de aynı manşetler atılmıştı. Güya PKK çözülme sürecine girmişti. Güya örgüt tamamen istikametsiz kalmıştı ve ne yapacağını bilmez bir haldeydi.

Teröristleri normal insan gibi gösterdiler

HATTA Kandil’deki PKK’lılardan bazılarının gitar çaldığını ballandıra ballandıra anlatan haber manşetler bile hala hafızalarımızda. O haberler yoluyla yapılan psikolojik harekatın amacı PKK teröristlerini de insani hisleri ve tarafları oldukça yüksek normal insanlar olarak sunmaktı. Kadın teröristlerin muhtemelen uydurma itiraflarını da hatırlıyorum. Hepsi bir badirenin ardından örgüte katılmış; sonra pişman olmuş; ama cezaevine konmaktan korktuğu için silahını bırakıp şehirlere inemeyen ‘kader kurbanları’ gibi gösteriliyorlardı.

Bütün bunların amacı da 2003 af kanununun çıkarılmasını sağlamaktı. O günlerde Meclis koridorlarında Amerikalı diplomatların etkili milletvekillerini sıkı markaj altına almak için epeyce gayret ettikleri de herkesin malumu. Hatta ‘eve dönüş’ olarak kamuoyuna yutturulmaya çalışılan yasaya o günlerde karşı çıkan az sayıdaki AKP milletvekili ile bu Amerikalı diplomatların bilhassa ‘ilgilendiklerini’ ve onlara tehdit kokan sözlerle, tavırlarından Vaşington’un rahatsız olduğunu açıkça ifade ettiklerini de ekleyelim.

Sonra herkes dağa döndü

O zaman çok sayıda terörist hapisten salıverildi. Bunların neredeyse tamamı eve değil dağa döndü. Daha da önemlisi PKK dağılmadı. Silahlanmasını tamamladı. Gücünü artırdı. Silahlı kadrosunu daha rahat şartlarda eğitti. AB reformları diye yutturulan; ama reformla alakası olmayan, PKK’nın daha rahat bir ortamda faaliyet göstermesini amaçlayan ve siyasi kürtçülüğün meşrulaşmasını hedefleyen süreç hızlandırıldı. Sonra birdenbire ortaya uzaktan kumandalı patlayıcılar kullanan ve kendini eskisine oranla çok daha rahat hisseden bir PKK çıktı.

Bu bilgiler hafızamda en taze olanlar. Dolayısıyla PKK’nın tasfiye edildiği veya edileceği, bu konuda düğmeye basıldığı gibi haberleri duyduğumda işin içinde mutlaka bir bit yeniği olduğunu düşünürüm. Ama bu defakinin bir farkı var: Bit yeniği aramayı gerekli kılmayacak derecede açık.

Barzani devletine karşılık PKK

MANŞETLERİ atanlar aslında tezgahın ne olduğunu da yazıyor. PKK’nın tasfiye edilmesine karşılık, Türkiye de Irak’ın kuzeyinde kurulmakta olan kukla devlete karşı çıkmayacakmış. O halde demek ki, Kerkük şehrini Barzani-Talabani güçlerinin resmen yutmasına da karşı çıkılmayacak. Bu arada belki gerçekten bir kaç PKK teröristi de beslenmeleri kaydıyla Türkiye’ye verilecek. Hatta belki de genel af çıkarılacak. Ardından da PKK ile doğrudan veya dolaylı olarak Türkiye’nin nasıl eyalet sistemine dönüştürüleceği konusu müzakere edilmeye başlanacak.

Dikkatlerden kaçan soru

ERDOĞAN-Bush görüşmesinin ardından Ulusal Basın Merkezi’nde bir mülakat veren Başbakan Erdoğan’a oradaki gazeteci çok kritik bir soru sormuştu. Türkiye’nin sınırda yüz bin kişilik stratejik amaçlı bir yığınak yaptığını; bunun Kuzey Irak’taki (!) istikrara katkıda bulunmadığını ve ABD Başkanı Bush’un kendisine bu yığınağı kaldırmanın lazım geldiği yolunda bir talepte bulunup bulunmadığını sordu. Erdoğan ise geçiştirdi ve sınırlarımızın içerisinde ne yapacağımıza kendimizin karar vereceğini söylemekle yetinde. Ancak içerde bu konuda bir hususun konuşulup konuşulmadığını belirtmedi.

Gazetelerde çıkan şimdiki haberlerde az da olsa doğruluk payı varsa ve Barzani-Talabani’nin devletine karşı çıkmayacaksak, aslında bu ikiliyi Kerkük konusunda şiddetle rahatsız eden bu yığınağın kaldırılması konusu da yakında gündeme gelecektir. Ardından da muhtemelen Barzani’nin ne kadar sevimli ve iyi birisi olduğu ve Türkiye’nin güvenilir bir dostu ve hatta müttefiki olabileceğine dair manşetler göreceğiz demektir.

Türkiye dört nala bir yere götürülüyor. Irak’ın kuzeyindeki kukla devlet Kerkük’ü yutarken Türkiye bir şey demeyecek ve yapmayacak. Bu arada ‘siyasi çözüm’ başlığı altında Türkiye’deki ‘Kürt meselesi’nin nasıl bir sonuca bağlanması konusuna geçilecek ve adına reform denilen bir sürecin sonunda Türkiye eyaletlere bölünecek. İşte o noktadan sonra da geriye dönüşü imkansız değilse de çok maliyetli yeni ve çok zor bir dönem başlayacak. İnşaallah yanılıyorumdur.



AKP Hükümeti’nin Barzani-Talabani kukla devletine itiraz etmeyeceği yönünde yaygın bir kanaat oluştu. Başbakan Erdoğan ve AKP üst yönetiminin 5 Kasım görüşmesinden sonra yaptıkları açıklamalar bu kanaati doğruluyor. Abdullah Gül’ün Gürcistan ziyareti sırasında Barzani ve Irak’ın kuzeyinde olup bitenler hakkında söyledikleri de aynı doğrultuda.

Basın mensuplarının Güney Kafkaslar’daki istikrar ortamının benzerinin neden Türkiye ile Barzani-Talabani arasında yaratılamadığını sormaları üzerine Gül’ün söyledikleri manidardır: ‘Kuzey Irak yönetimi ve orada yaşayanlara bakışımızın bu olduğunu söylüyoruz. Ancak PKK, Kuzey Irak’ı zehirliyor. Biz Irak’a ve özellikle Kuzey Irak yönetimine şunu söylüyoruz. Bakın PKK’ya göz yummanın maliyeti ile Türkiye ile dost olmanın getirisini teraziye koyun. Bakın hangisi ağır basacak. Ona göre hareket edin.’

PKK ile aleni olarak işbirliği yapmaktan vazgeçin...

BU sözlerle Gül, Barzani-Talabani ikilisini müstakbel iyi komşu olarak görmek istediklerini söylemiş oluyor. PKK olmasa veya Başbakan Erdoğan’ın söylediği gibi, PKK silahlarını bırakarak siyasi Kürtçülük davasını sürdürse, Türkiye’ye dert olacak bir şey kalmayacak... Acaba gerçekten öyle mi?

Aslında son yıllarda yaşananlar, AKP’nin daha iktidara gelmeden evvel belirlemiş olduğu bu politikaların iflas ettiğini gösteriyor. AKP yönetimi, kendisine ‘liberal’ diyen gruplar, İstanbul sermaye çevreleri ile basın ve televizyonlarda çöreklenmiş bilumum Barzanici çevreler yıllardır aynı teraneyi tekrarlayıp durdular: Türkiye iyi ilişkiler kurarak Barzani-Talabani ikilisini tamamen kontrolü altına alabilir.

AKP’nin bu politikası uyarınca kukla devlet adeta Türkiye tarafından inşa edilmiştir. Bütün lojistik ihtiyacı Türkiye üzerinden karşılanmakta olup, Barzani’nin Habur sınır kapısından yılda milyar dolara yakın haraç kestiği herkesin malumudur. Ayrıca Barzani’nin Türkiye’de değişik şirketler vasıtasıyla para kazandığı, Meclis’e adamlarını soktuğu iddiaları ayyuka çıkmıştır. Üstüne üstlük Barzani’ye Türkiye’deki fiyatının yarısına elektrik verdiğimiz bir gerçek.

İşe yaradı mı?

Türkİye’nİn bütün girişimleri aciziyet olarak görülmüş ve Türkiye’nin bunları yapmak mecburiyetinde olduğu kanaati oluşmuştur. Bu iki aşiret reisine göre, Türkiye ABD’nin basit bir piyonudur ve ABD istediği sürece bu hizmetlerin hepsini Irak’ın kuzeyindeki kukla yapılaşmaya sağlamaya devam etmek zorundadır.

Bundan dolayı Barzani-Talabani Türkiye’yi ciddiye almıyor. İşlerini doğrudan Amerika ile bağlıyorlar. İşin reelpolitik tarafı budur ve Türkiye bu ikiliye ‘lütfen PKK ile ilişkilerini kes veya hiç olmazsa azalt da gel dost olalım’ dedikçe bunlar azacaktır.

Irredantist devletler...

Barzanİ ve Talabani ikilisi istese de Türkiye ile iyi komşu olamaz. Çünkü kurmakta oldukları devlet kuruluş felsefesi itibariyle yayılmacı daha doğrusu ‘irredantist’ karakterdedir. Irredantist yapı ve kuruluş felsefesi yayılmacılığı mecburi kılar. Aksi takdirde devlet ayakta kalamaz.

19. asırda Balkanlar’da kurulan devletler hep böyleydi. Sırbistan 1813’de Belgrad Kalesi içinde otonom olarak Rusya tarafından kurduruldu. Balkan savaşlarına kadar Büyük Güçler’in kayırmalarıyla topraklarını Osmanlı aleyhine defalarca katladı. Balkan Savaşlarında, katlana katlana büyüyen toprakları iki misline çıktı. Yunanistan, yine Rusya tarafından zorla dikte ettirildiği 1830 senesinden itibaren Osmanlı aleyhine altı kat genişledi. Milli Mücadele başarılı olmasaydı belki de küçük Bizans olacaktı. Bulgaristan ise kurulduğu toprakları ancak iki katına çıkarabildi; çünkü kurulduğunda Osmanlı topraklarının büyük bir kısmı diğer Balkan ülkeleri tarafından kapışılmış durumdaydı.

Hepsi de abartılmış mağduriyet duygularıyla hareket ettiler. Bütün eğitim politikalarını bunun üzerine kurdular. Yeni nesiller ve siyasi gruplar bu yalancı mağduriyet ve Osmanlı-Türk düşmanlığı konusunda birbirleriyle yarış ederek geliştiler. Osmanlı topraklarında yaşayan kendilerine yakın gördükleri toplulukları Osmanlı’ya karşı kışkırttılar. Yunan Megali İdea’sı aynen böyleydi. Sırplar da Bulgarlar da benzeri felsefelerle ortaya çıktılar.

Osmanlı ile ilişkileri konjonktürün mecbur ettiği zamanlarda dostane gözükse de özde Osmanlı’ya düşmandılar. Batılı hamileri olduğu için şımarık ve hatta küstah idiler. Irak’ın kuzeyindeki kukla devletin Amerika’nın eseri olacağı bu açıdan çok önemlidir.


Tıpkı Balkan örnekleri gibi, şimdiki kukla devleti kuracak olan Barzani-Talabani ikilisinin de Megali İdea’sı var. Güneydoğu’nun tümünü ve Doğu Anadolu’nun üçte ikisini kendilerine ait gösteren haritalar bastırıyorlar. Bu toprakların bir kısmında kendilerinden gördükleri insanlar yaşıyor...

O insanları Türkiye’ye karşı kışkırtmak böyle bir irredantist devletin politikası olacaktır.

Sırbistan ve Yunanistan kurulurken başta Rusya olmak üzere o zamanki Avrupa devletleri Osmanlı’ya, tıpkı şimdikine benzer laflar etmişlerdi: ‘Küçücük Yunanistan, Minicik Sırbistan ne olacak, siz bunları parmağınızda oynatırsınız’... Ama onlar Osmanlı’yı parmaklarında oynatıp yok ettiler...

Ziyaret -> Toplam : 123,42 M - Bugn : 140278

ulkucudunya@ulkucudunya.com