Vesayetçilerin dili ile seçmenini vurmak
Bülent Korucu 01 Ocak 1970
Bütün değerlerin ters yüz edilmeye çalışıldığı günlerden geçiyoruz. İnsanlar çelişkiler yumağı gibi. Kavgada yumruk sayılmaz zihniyetiyle savrulan sözlerin yakın zamanda tam aksinin söyleniyor olması bir şeyi değiştirmiyor.
Dün dündür bugün de bugün’ mantığı, siyasetin değişmez anayasası haline geldi. Kişiler ve kurumlar yeni konsepte göre gözden geçiriliyor ve düşman kümesine taşınıyor. Kavramlara eşine rastlanmayan tanımlar getiriliyor. Dün siyaset bilimci Dr. Erdoğan Günal’la konuşurken, “Bugün yaşadıklarımızı izah edemiyorum. Bildiğimiz bütün teoriler ve siyaset bilimi külliyatı iflas ediyor.” diye acziyet itirafında bulundu. “Bir siyasetçinin bırakın kendi seçmen kitlesinin bir bölümünü, rakip partilerin taraftarlarına karşı bile böyle bir dil kullandığı vaki değil.” eklemesini yapmayı da ihmal etmedi.
Başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere parti sözcülerinin kullandığı ifadelerin onda birini başka parti kullansaydı, kıyamet kopardı. AK Parti destekçisi medyanın hali içler acısı. Derin devletin kalemşorlarından devralınan dil daha tehlikeli biçimde yeniden üretiliyor. En tehlikelisi de dinî literatürle keskinleştiriliyor. Siyasetle birlikte din alanı da tekrar tanımlanıyor. Şablona uymayanlar siyasî rakip olmanın ötesinde, dinî hasım olarak konumlandırılıyor. Bu mantığa göre, AK Parti’nin çizdiği sınırları kabullenmediğinizde siyaseten hata yapmakla kalmıyor, aynı zamanda ‘günah’ işlemiş oluyorsunuz. AK Parti’ye oy vermek bir dinî gereklilik şeklinde sunuluyor. Haliyle aksini düşünen bile günahkâr kabul ediliyor.
Bu sakil duruşu takviye için kaçınılmaz olarak başka çelişkiler gündeme geliyor. “Dinî camia nasıl siyasete bulaşır?” cümlesi bunlardan biri. ‘Siyaset bulaşık bir şeyse sizin ne işiniz var orada?’ diye sorulabilir. Yıllarca laikçi kesimin dindarları siyas hayattan uzak tutmak için kullandığı argüman bu değil miydi? Onlar dini, sadece camilere ve vicdanlara hapsetmeye çalışıyordu. En başta siyasal İslamcılar olmak üzere hep bir ağızdan “İslam’da ruhbanlık yoktur. Bizim dinimiz hayatın her alanına seslenir; dolayısıyla dindarımız da her yerde vardır/olmalıdır.” diyorduk. Ayrıca referandumda ve yeni anayasa vaadinize inanarak seçimde aktif görev üstlenince başka; bugün hakaretlerinize ve hatalı politikalarınıza kızarak farklı bir tavır içine girerlerse, başka hüküm veriyorsunuz. ‘Biz AK Parti’nin geleceğine de kefiliz’ diye demokrasiye de İslamî düşünceye de sığmayan ilanları verenlere siyasete bulaşmış demiyorsunuz. Siyaseti ve siyasetçiyi hakir gören bürokratik oligarşinin söylemini kullanarak bindiğiniz dalı kesiyorsunuz.
Çelişkiler bununla da bitmiyor. Ekonomik hayatta var olma mücadelesi de bir anda büyük tukaka edildi. TUSKON’un doğal faaliyet alanında yaptıkları suçmuş havası oluşturuluyor. MÜSİAD niye var o zaman, ASKON ne iş yapıyor? Ayrıca genel kurullarına ve ticaret köprülerine katılıp konuşma yaptığınızı ne çabuk unuttunuz. Başbakan Erdoğan ‘’Türkiye, sizler gibi işadamlarının, gayreti, samimiyeti ve heyecanı sayesinde yeniden ufukların efendisi oluyor.’’ ifadelerini açılışını yaptığı toplantıların birinde kullanmıştı. Bunun bir hadis sempozyumu olmadığının farkındaydı herhalde. Öyleyse bugün çıkıp ‘sizin ne işiniz var parayla ihaleyle’ anlamında cümleler kurmasını izah etmek zor.
AK Parti’den geçen hafta istifa eden İzmir Milletvekili İlhan İşbilen’in şu sözleri başından beri anlatmaya çalıştığım çelişkileri güzel özetliyor: “Bülent Arınç, Zafer Çağlayan, Ahmet Davutoğlu gitmedi mi, hayır dualarını almadı mı? Partinin en tepsindeki bürokratlar gitmedi mi? Başbakan mayıs ayında ABD’deyken görüşmek istemedi mi? Görüşmek mümkün olmayınca Arınç’ı göndermedi mi? Hocaefendi ile görüştüklerinde bir Haşhaşi ile mi görüştüler?”