Başbakan, yolsuzluğun ne olduğunu bilmiyor mu?
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
“Koskoca Başbakan bilmeyecek de, kim bilecek?” diye sorabilirsiniz. “Yolsuzluk dendiğinde şunu anlarım: Devletin kasası soyuluyor mu, soyulmuyor mu?” lafını ettiğine göre, başlıktaki soruyu sormamızın ve cevabını aramamızın makul bir gerekçesi mevcut.
İki ihtimal var: Birincisi Başbakan işine geldiği şekilde bir yolsuzluk tanımı yapıyor ve ortaya dökülüp saçılan mahkemelik işleri, bu tanımın dışına çıkartıp aklamaya kalkıyor. İkincisi, Başbakan safiyane şekilde yolsuzluğun ne olduğunu gerçekten bilmiyor. Her iki ihtimal tek bir şeyi gösteriyor: Başbakan sadece çok dar bir şekilde tanımladığı sınırlar içinde yolsuzluk olmadığını kabul etmiş oluyor. Biz hüsnüzanda bulunup, ikinci ihtimalin varid olduğunu kabul edelim. Hukukun genel prensiplerinden biridir: bir eylemin suç olduğunu bilmemek, kişiyi cezadan kurtarmaz. Kısaca “ben şunu anlarım” lafı mer’î hukukun anlattığını içine almıyorsa, söylediklerini sadece alenî bir yolsuzluk itirafı olarak kabul edebiliriz.
“Devletin kasası soyuluyor mu, soyulmuyor mu?” sorusu ile sınırlı yolsuzlukların içine sadece Ceza Kanunu’nun 247. maddesinde tanımlanan “zimmet” suçu giriyor. Şayet Urla’daki villa arazilerinin bir kısmı, iddia edildiği üzere Hazine’ye ait ise ve Başbakan nüfuzunu kullanarak bu arazilere başkası vasıtasıyla el koyduysa, ortada bir zimmet suçunun olduğu, yani “devletin kasasının soyulduğu” söylenebilir. Ama Ceza Kanunu’nda, devlet kasasının hiç rol almadığı başka yolsuzluk suçları da var: Rüşvet, irtikâp, görevi kötüye kullanma gibi. Urla soruşturmasında çok sayıda “görevi suistimal” iddiasının yer alması gibi. Başbakan rüşveti, “memurla sivilin iş tutması” olarak tanımlasa da, siyasetçileri neden dışarıda tuttuğuna kimseyi ikna edemez. Memurun yaptığını memura emir veren “seçilmiş”in yapması neyi değiştirir?
Bunların hepsi kamu erkini kullanan siyasetçi ve kamu görevlilerinin çıkar amacıyla işledikleri bireysel suçlar ve işleyenlerin yüzü hâkim karşısında mosmor olduğu için hukuk düzeninde “yüz kızartıcı suç” kategorisine giriyorlar. Bir de bireysel değil de siyasal çıkar sağlamak için yapılan yolsuzluklar var. Bunlara “siyasal yolsuzluk” adı veriliyor ve ülkenin kaderini etkilediği için bütün dünya bu yolsuzluk türü üzerinde ehemmiyetle duruyor. Neden bu kadar önemli? Siyasetin yolsuzluk boyutu sadece çıkar temini ile sınırlı kalmıyor; gelip hukuk düzenine dayanıyor, temel hak ve özgürlükleri ihlal ediyor, hukuk düzenini ortadan kaldırıyor ve demokrasinin işlemesini imkânsız hale getiriyor.
Devlet iktidarının siyasal çıkar sağlamak için suistimali, -bakanlara ve çocuklarına yönelik rüşvet iddiaları ve Urla villaları dışında- 17 Aralık’tan beri gündemde olan yolsuzluk soruşturmalarının aslî eksenini oluşturuyor. Ortaya döküldüğü kadarıyla ATV-Sabah’ın devri ve TÜRGEV soruşturmaları doğrudan siyasetin finansmanına dair yolsuzluk iddialarını kapsıyor. Somutlaştıralım: Sabah-ATV grubunun yalın-kılıç parti propagandası yapması, AK Parti için bir siyasî çıkardır. Şayet bu çıkar, kamu ihalelerini dağıtma karşılığı sağlanıyorsa bunun adı siyasî yolsuzluktur. Şayet kamudan rant temin edenler -mesela ihale alanlar- karşılığında mecburen TÜRGEV’e bağışta bulunuyorsa veya -çok açık söyleyelim- imam-hatip binası inşa ediyorsa, bunun adı “laiklik karşıtı eylem” değil, doğrudan siyasî yolsuzluktur. Neden? Hükümet’in zorlaması ile devlet rantı üzerinden sağlanan din eğitimi veya cemaat ve tarikatlara kamu kaynaklarının aktarılması siyasî çıkar temini anlamına gelir; zira demokratik siyasî rekabetin âdil ve eşit şartlarda gerçekleşme imkânı ortadan kalkmış olur. Buna “oy satın alma” denir.
İster bireysel ister siyasal çıkar sağlama amacı ile yapılan, devletin gölgesindeki siyasal yolsuzlukların kaynağında kamu erkinin yani devletin rant yaratma ve dağıtma yeteneği bulunur. Bu rantın nasıl yaratıldığını ve dağıtıldığını takip ettiğiniz zaman siyasal yolsuzluğun mecralarını da yakalamış olursunuz.
Başbakan’ın yolsuzluklar konusundaki bilgi eksikliğini kapatmaya devam edeceğim.