'Son çete tarihe karışınca...'
Adem Yavuz Arslan 01 Ocak 1970
Bu tanım Başbakan Erdoğan'a ait. Dün partisinin TBMM Grup toplantısında söyledi.
Yolsuzluk operasyonu başladığından bu yana her konuşmasında Hizmet Hareketi'ne ve Fethullah Gülen'e ağır hakaretler eden, suç isnatları yapan Başbakan Erdoğan dün de aynı tavrı sürdürdü.
Düne kadar Gülen Hareketi'ne 'Haşhaşin', 'kirli örgüt', 'in', 'maşa', paralel örgüt' diyen, Fethullah Gülen'e 'içi boş alim müsveddesi' yakıştırması yapan Başbakan Erdoğan dün de Cemaat'i 'son çete' olarak tanımladı.
Bugüne kadar çetelerle, cuntalarla, vesayetle ve derin yapılarla mücadele ettiklerini söyleyip "Bu çete tarihe karıştığında demokrasinin önünde hiçbir engel kalmayacak" dedi.
Başbakan '17 Aralık darbe girişimini püskürttük' dedi.
Casusluk suçlaması yapıp 'Sorumlular ve deliller ortaya çıkacak' diye konuştu.
Gerçi 17 Aralık'tan bu yana (aslında birçok konuda) sayısız iddia ortaya attı ama hiçbirine tatmin edici bilgi/belge ortaya koymadı.
Bakalım bu casusluk iddiasının altı nasıl doldurulacak?
Tabii söz konusu casusluk iddiası olunca bunun bir de 'kim adına casusluk' kısmı var.
Havuz Medyası'nın kalemşorları 'Amerika/İsrail' diyor ama AK Parti kurmayları 'paralel örgütü anlatmak için' gittikleri Washington'da 'Bunlar dinci, El Kaide'den bile tehlikeliler' diyorlar.
Dün Radikal'den Murat Yetkin de yazdı.
AB başkentlerinde ' siz bu İslamcılar'ın nasıl sinsi örgütlendiklerini bilmezsiniz' diyebiliyorlar. (Eskiden bunları 28 Şubatçı asker ve bürokratlar yapardı.)
Nereden baksanız tutarsızlık...
Ancak yaşananların AK Parti için tutarlı bir tarafı var.
Başbakan'ın partiyi diri tutmak, tabanı kenetlemek ve gündemi kendi istediği şekilde yönetmek için bir yerlerle çatışması gerekiyor.
O yüzden 'paralel devlet' vurgusu miting meydanlarında da sıklıkla dile getirilecek.
Dün Meclis kulislerinde konuştuğum çok sayıda AK Partili'de de aynı ruh hali vardı.
Genel kanı "Ortada yolsuzluk filan yok. Cemaat, dershanelerin kapanacak olmasına tepki olarak 17 Aralık darbesini yaptı' şeklinde.
Açıkçası ne MİT'in ne emniyet istihbaratının aylar önce uyarmasının, deste deste paraların, 'önüne yatarım Rıza'lı bakan konuşmalarının, tapelerin, telefon kayıtlarının onlar için bir anlamı yok.
Görünen o ki Başbakan'ın stratejisi partide de kabul görmüş. Herkes yerel seçimleri bir 'istiklal mücadelesi' olarak görüyor.
Bu yüzden de 'masum insanların şeytanlaştırılması, nefret söylemi, haksız hukuksuz tasfiyeler ve hukuku askıya alan düzenlemeler 'savaş şartlarının bir sonucu' olarak kabul ediliyor.
Yargıdaki kasırga
Başkentin havasını aktarırken kulisleri paylaşmamak olmaz.
Efkan Ala'nın bakan olmasından sonra yerine atanan Fahri Kasırga gerçekten de kasırga gibi başladı.
Adalet Bakanlığı müsteşarlığı yaptığı için hem yargıyı hem de bürokrasiyi iyi tanıyan Kasırga yakın çalışma arkadaşlarını kritik görevlere getirdi.
Kenan İpek'in müsteşarlığa, Hadi Salihoğlu'nun İstanbul Başsavcılığı'na, Mustafa Doğru'nun İzmir Başsavcılığı'na atanması yanında çok sayıda kritik yere Kasırga'nın yakın çalışma arkadaşları atandı.
Onların da ilk icraatları herkesin malumu.
Yargı kulislerinde görev bekleyen üst düzey bürokratların geçmişleri ile ilgili çok şey konuşuluyor.
Yine yargı kulislerinde iktidar-Ergenekon birlikteliği ile ilgili çarpıcı gelişmeler var.
Atamalarda 'bir sizden bir bizden' tasnifi yapıldı.
Hatta AK Parti'ye yönelik haksız hukuksuz davanın iddianamesini yazan savcılardan olan Zafer Ediş önce özel yetkili yapıldı ardından da Ankara Başsavcı Vekili oldu.
İzmir ve İstanbul başsavcı vekilliklerine de benzer görüşte isimler atandı. Ergenekon ve Balyoz gibi kritik davalara bakan ve bugüne kadar hükümete destek olan isimler ise tenzili rütbe ile sürüldü.
Hükümet 'istiklal savaşı' veriyoruz psikolojisinde.
Bu yüzden yasaları, teamülleri ve uluslararası normları dikkate alan yok.