Türkiye’nin yeni düzeni: Mafyokrasi
Emre Uslu 01 Ocak 1970
Siyaset bilimci Robert Michels’in “Oligarşinin tunç yasası” kuramına göre demokratik örgüt ne kadar büyürse oligarşi de o kadar güçlenmektedir. Buna göre yöneten sınırlı bir azınlık ve yönetilen bir çoğunluk sözkonusudur.
Geçenlerde bu konuyu konuştuğumuz bir siyaset bilimci arkadaşım bu noktada Michels’in teorisinden şu ayrıntıları hatırlattı:
Oligarşik azınlığın hâkim olmasının nedenlerinin başında örgütün büyümesi geliyor. Michels’e göre, büyük örgütlerde kararları kolay anlayabilecek ve hızlandıracak çekirdek bir kadro örgüt içerisinde sivrilir. Karar aşamalarında sürekli yer alan ve sivrilen bu kadro bir taraftan bu rolünü hak olarak benimserken aynı zamanda lideri de adeta bir kafes içerisine hapsederek lideri yönlendiren avantajlı bir konum elde etmektedir. Örgüt içerisinde oligarşik azınlık ve lider dışındaki yönetilen çoğunluk ise kendileri adına her türlü kararı alan ve uygulayan bu azınlığa ve lidere karşı şükranlık hisleriyle doludur ve bu durum oligarşik azınlığın ve liderin örgüt içerisindeki konumunu meşrulaştırarak daha da güçlendirir. Bu durumdan en çok nemalanan oligarşik azınlığın da teşvikiyle, örgüt tarafından, lidere bu şükranlıkla beraber bir kutsallık ve olağanüstülük atfedilir.
Sizce de bu teorik yaklaşım Türkiye’ye benzemiyor mu?
Dönemsel olarak baktığımızda AKP örgütünün giderek büyürken bir oligarişk yapıya dönüştüğünü hep beraber izledik. 2002-2007’de demokratikleşme adımları öne çıkmaktaydı. Bu dönemde AKP görece zayıf ve güçsüzdü. En büyük demokratikleşme reformu da bu dönemde yapıldı. 2007-2011 dönemini de AKP’nin Ergenekon davaları ile mücadele dönemi olarak tanımlayabiliriz.
AKP’nin oligarklaşması 2011’den sonra başladı. Ne zaman ki AKP tüm güçleri elinde topladı, artık yerleşik düzen AKP’ye boyun eğdiğini kabul etti ve işte o zaman AKP’nin oligarklaşma süreci başladı.
Bu dönemde AKP ve çevresinde yer alan bürokratlar, medya, iş dünyası ve düşünce kuruluşu ile kendi “iç güç merkezi” yani “paralel” kabinesini kurdu. Davul bakanların boynundaydı ama tokmak bu paralel kabinenin eline verildi. Bugün “Alo Fatih” kasetleri bu gerçeği ortaya serdi. Hatırlayın “Alo Fatih” o kasetlerde Enerji Bakanı’na “Sizin bakanlıktaki fonksiyonunuz neyse benim fonksiyonum da aynısı” diyordu. Bu paralel yapı adeta görünmez hükümet olarak hareket etmektedir.
Erdoğan’ın ağzından düşürmediği paralel yapının en belirgin hâlinin bizzat kendi hükümeti ve partisi içinde olduğu apaçık ortada. Esasen Türkiye’nin Bakanlar Kurulu ile değil o paralel kabinenin komiserleri tarafından yönetildiği “Alo Fatih” kasetleriyle bir nebze daha görünür oldu.
AKP son döneminde Paralel kabinenin kararları ile demokratik değerlerden uzaklaştı.
Medya havuzlar oluşturularak satın alındı. Diğerlerinin başına “Alo Fatih” gibi komiserler atandı ve denetim aracı olan medya ortadan kaldırıldı.
Erdoğan ve iç merkez/ oligarşik çevre hem AKP içerisinde hem de ülke genelinde yönetimin tüm unsurlarını ele geçirdi.
Kuvvetler ayrılığını, iktidar olmaya engel olan gören Putinizim modeli devreye sokuldu. Kuvvetler ayrılığının yok edildiği, kritik yasal düzenlemeler kaptı kaçtı yöntemiyle gece yarısı torba yasalarla geçirilip Mafyokrasiye kanuni zemin oluşturuldu.
İç ve dış politika, güvenlik konuları dâhil, bakanların haberi bile olmadan gölge hükümetin kararları ile hükümet yönetiliyor. Bunun en somut örneği Dershaneler Kanunu çalışmasıydı.
Yasaların uygulanmasında kendi çevresinin yaptığı yolsuzlukların görmezden gelinmesini isteyen, buna uymayan polis ve yargı mensuplarını hedef alan bir yönetim anlayışının hâkim olduğu görülüyor.
Bu uygulamanın literatürdeki adı Mafyokrasidir. Mafyokrasi rejimlerinde de yolsuzluk ve rüşvet gibi olayların üstü örtülür, bunları yasaların gereği olarak soruşturan polis ve yargı mensupları hükümet tarafından tasfiye edilir ve medyası tarafından hırpalanır.