Şimdi devlet kimin elinde?
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
HSYK düzenlemesi, tek başına bu sorunun cevabını vermek için yeterli. Yargı, yürütmenin denetimine girince devlet de bütün kuvvetleri ile AK Parti Hükümeti'nin eline geçmiş oluyor.
Parlamenter sistemde devletin sahip olduğu kuvvetlerin birbirini dengeleyip frenlemesi, fiilen yürütme-yasama ikilisi ile yargı erki arasında gerçekleşir. Yürütme-yasama ikilisine karşı denge kurması ve fren yapabilmesi için yargının onlara karşı bağımsız olması gerekir. Bu bağımsızlığı sağlamak için en kritik düzenleme, yargıçların özlük haklarının ve disiplin işlerinin yani hâkimlik teminatının işlemesi ve yürütme-yasama ikilisinin bu alana burnunu sokmasının engellenmesidir. HSYK adı verilen yüksek yargı konseyinin varlık sebebi işte budur. Şimdi, yasama organı yeni bir yasa çıkartıp, yargıç teftişlerini Bakan'a bağlayacak bir HSYK düzeni oluşturdu; kısaca HSYK'nın varlık sebebi ortadan kalktı. Yargıçlık teminatı, işlemez hale getirildi. Böylece yargı bağımsızlığı iptal edildi, devlet içindeki üç erk, sandıkta çoğunluğu ele geçiren partinin elinde; kısaca AK Parti, devleti bütünüyle ele geçirmiş oldu. Tabii Cumhurbaşkanı yasaya onay verirse.
Gördüğünüz gibi devlet kutsal bir varlık değil, bize ait olan egemenliği ve bu egemenliğin içindeki üç erki kullanan güçten ibaret. Kudsiyet atfedenler, nedense hep bu gücü kullananlar. Öyle ya devlet kutsal olunca, onların iktidarına itaatle mükellefsiniz. Kural değişmiyor; ele geçirenler dönüp bizi bu yüce varlığa itaate çağırıyor.
Yasa çıkartıp, yargının boynuna doladığınız yuları yürütmenin eline verince devleti ele geçirmiş oluyorsunuz. Peki her şey bu kadar basit mi? AK Parti uzun iktidar yıllarının, yolsuzluk dosyaları altında ezildiği en zayıf evresinde, böylesine zorlu bir işi başarabilir mi?
İktidar çekirdeğinin inişli-çıkışlı, ama kendi içinde tutarlı bir ideolojisi, daha doğrusu uzun yıllara yayılan bir devleti ele geçirme stratejisi olduğu anlaşılıyor. Erdoğan, 70'li yıllarda bir parti hatibi olarak halkın karşısına çıktığı zaman, legal-demokratik kurallar içinde mücadele edip, asıl devleti ele geçirdikten sonra kendi düzenlerini kuracaklarını anlatıyordu. Belli ki bugün son aşamaya geldik. HSYK düzenlemesi, sadece yolsuzluk soruşturmalarını engellemek amacıyla sınırlı değil, devleti ele geçirmek adına kritik bir adım. Millî Eğitim Bakanlığı'nda bütün idareci kadroların bir kanun maddesi ile bir anda görevlerine son verilmesi de, devletin fethedilmesi adına kritik aşama olarak yorumlanmalı. Yolsuzluk soruşturmasına konu olan olaylar da aslında devlete hükmetmenin adımlarından ibaret. Siyasetin finansmanı, devlet iktidarı sayesinde özel sektöre paralel bir ekonomik yapının oluşturulması, vakıflar aracılığıyla toplumsal alanın kontrol edilerek devlete eklenmesi gibi.
Devletin ele geçirilmesi, devlet iktidarının araçlarını kullanarak kalıcı bir siyasî düzen oluşturmakta mümkün. Devlet vergi mi topluyor? Vergi müfettişleri eli ile özel sektörü hizaya çekersiniz. Devlet kamu hizmeti için ihale mi veriyor? Medya karteli oluşturur, komisyonları vakıflara aktarıp toplumsal iktidarı kalıcı bir seçmen desteğine dönüştürürsünüz. HSYK'yı Adalet Bakanı'na bağlayıp, yargıçların disiplin amiri haline getirdikten sonra bu iddialı fütuhat boyunca ayağınıza takılan taşları da savcılara ve yargıçlara temizletirsiniz. Geriye eksik ne kalıyor?
Çok önemli bir eksik var. Uzun yıllara yayılan devlet fütuhatı esnasında çok önemli bir aracı kaybettiler: İdeolojilerini. Siyasal İslâm ideolojisi bir iktidar projesi idi, gerçekleşince çöktü. Bugün arşımızda duran bir ideoloji değil, giderek daralan bir elit grubun çıkar ittifakından ibaret. Geçmişten kalanlar, meselâ imam-hatipler, bir amaç için değil, bu iktidarın kalıcılığına hizmet edeceği için yüceltiliyor. Türkiye'nin en geniş dindar cemaatine savaş açtığına göre, dindarlık bile sadece bir iktidar tutkalından ibaret.
Devleti ele geçirdiler ama meşruiyetini tükettikleri bir devletin artık onlara iktidar sunma gücü kalmadı. Devlet, meşruiyetini yeniden kazanacak; sırtındaki yükten kurtularak.