BARBAROS’UN HATIRALARI
01 Ocak 1970
(Bu hatıralar, kendi halinde, deniz ticareti ile meşgul bir gencin, imanı, aklı, yüreği ve bileği ile dünyanın gelmiş geçmiş en büyük deniz savaşçısı ve Kaptan–ı Derya oluşunun, kendi ağzından yazılmış heyecanlı destanıdır...)
1. BÖLÜM
Kanuni Sultan Süleyman'ın Emriyle
Hatıralarımı Yazdırmaya Başladım
Sultan-ül azam ve melik-ül muazzam, ümmetlerin metbuu, Arab, Acem ve Rum reislerinin efendisi, emniyet ve selametin yayıcısı, adalet ve ihsanın koruyucusu Osman Han'ın oğlu Orhan Han'ın oğlu Murad Han'ın oğlu Mehmet Han'ın oğlu Bayezid Han'ın oğlu Selim Han'ın oğlu, es sultan ibn-is sultan Süleyman Han Hazretleri bir gün ferman buyurdular ki:
"Sen ve karındaşın Oruç, nasıl Midilli adasından çıkıp Cezayir’i fethettiniz? Bu ana gelinceye kadar denizde ve karada ne çeşit gazalar yaptınız? Bütün bu hadiseleri, eksik ve fazla söz söylemeksizin bir kitap halinde yazdır. Kitap bitince, bir nüshasını da, hazineme konmak üzere bana getir."
Bu emri alınca, birçok deniz cenginde arkadaşım olan zamanımızın kalem sahiplerinden Muradi'yi çağırttım. Padişahımızın fermanını söyledim. Derhal işe giriştik. Ben söyledim, Muradi yazdı.
BABAM YAKUB AĞA’NIN MİDİLLİ’YE YERLEŞMESİ
VE ANNEMLE EVLENMESİ
Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri, Midilli’yi kafirlerin elinden fethedince, adaya Türkler’in yerleşmesini buyurdu. İlk yerleşenler arasında babam da vardı. Babam Yakub Ağa, bir sipahinin oğlu idi, kendisi de sipahi idi. Selanik civarında Vardar Yenicesi’nde tımarı vardı. Midilli’ye yerleşince, Şevketlü Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri’nin emriyle kendisine adada bir tımar verildi. Bu suretle yeni dirliğine kavuşan babam, ada halkından bir kızla evlendi. Babam, yakışıklı bir yiğitti. Anam ona dört oğul doğurdu. İshak, dört oğulun ulusu idi. Sonra ağam Oruç, sonra ben Hızır, sonra İlyas doğdular. Cenab-ı Hak her birimize uzun ömürler, nice cengler ve zaferler ihsan buyurdu.
Ağam İshak, Midilli kalesinde otururdu. Ağam Oruç’la ben, derya seferlerine merak sardık. Oruç Reis, bir gemi edindi, onunla ticaret maksadıyla denize açıldı. Ben de 18 oturak bir tekne edindim. Önce Selanik ve Ağrıboz’a gidip geldik. Midilli’ye mal getirip satıyorduk. Fakat ağam Oruç, bu yakın seferlerle kanaat etmedi. Şam Trablusu'na gitmek istedi. Bir gün, küçük karındaşım İlyas’la beraber, Trablus’a gitmek üzere Midilli’den ayrıldı.
AĞAM ORUÇ RODOS KAFİRLERİ'NE ESİR DÜŞÜP
NECE YIL ELLERİNDE ESİR KALDI
Ağam Oruç, Şam Trablusu’na varamadı. Yolda Rodos gemilerine rasladı. Büyük cenk oldu. Karındaşım İlyas şehit düştü. Allah rahmet eylesin! Kafir gemileri cengi kazandı. Oruç Reis’i gemisiyle beraber esir aldılar. Zincire vurup Rodos adasına götürdüler. Bu haber Midilli’ye erişince çok üzüldüm. Kanlı gözyaşları döktüm. Fakat hemen ağam Oruç’u kurtarmak çarelerini düşünmeye başladım.
Krigo isminde bir kafir tacir vardı, dostumdu. Rodos’la ticaret yapardı. Krigo’yu tekneme alıp Bodrum’a geldim. Kendisine dedim ki :
"Dostluk bugünde belli olur. Al sana 18.000 akça. Ağam Oruç’u kurtarmak için bana yardım et. Sen Rodos’a git, zemini yokla. Ben seni Bodrum’da bekleyeceğim."
Krigo: "Baş üstüne" deyip Rodos’a gitti. Orada Oruç Reis’i bulup görüştü.
Oruç’a dedi ki :
"Sana karındaşın Hızır Hayreddin Reis çok selam ve dualar eder. Senin kafir elinde esir olmana çok üzülmekte, gece gündüz ağlamaktadır. Beni sana gönderdi. Şimdi karındaşın Bodrum’dadır. Bir hayır haber beklemektedir."
Oruç, Krigo’dan bu sözleri duyunca sevincinden ağladı. Dedi ki :
"Hemen karındaşım Hızır’a selim söyle. Ne maksatla adaya geldiğini değil kafirlere, sırtındaki gömleğe duyurma. Yine ilk fırsatta görüşelim."
Oruç Reis’in, Rodos’ta Santurluoğlu namında bir tanıdığı vardı. Adı sanı bilinen bir kafirdi. Arada gelip Oruç’la görüşür, hatırını sorardı. Oruç, Santurluoğlu’na dedi ki :
"Bu Rodos Şövalyeleri, beni karındaşım Hızır’a satmazlar. Belki sana satarlar. Sen de beni adadan kaçırırsın. İleride sana borcumu ederim."
Santurluoğlu :
"Emrin canıma minnet, dedi; satarlarsa seni alayım. Fakat doğrudan doğruya müracaat edip seni satın almak istesem şüphelenirler. En iyisi sen şehre indiğin bir gün, benim dükkanımın önünden geç. Fakat sakın dükkana doğru bakma ki, seninle tanışıklığım olduğu anlaşılmasın. Sen geçerken, ben tesadüfen seni görmüş olurum. Çok beğendiğimi söyler, şövalyelere seni bana satmaları için rica ederim."
Oruç Reis, bu sözleri duyunca, azat olmuş gibi sevindi. Esirlik hayatı o kadar acıydı. Günlerden bir gün Santurluoğlu, Rodos kaptanları ile dükkanının önünde oturmuş, sohbet ediyordu. Güya bir hizmete gidercesine dükkanın önünden geçen Oruç’u gördü. Yanındaki kaptanlara dedi ki :
"Şu geçip giden esir kimindir? Her zaman buradan geçtiğinde görürüm. Ateş gibi hizmet eder. Sahibi şu esiri satsaydı alırdım."
Bunun üzerine kaptanlardan biri :
"Sahibi benim", dedi; "istersen satarım."
"Söyle, ne istersin?"
"Bin altın isterim."
"Çok para!"
"Pekiyi, 800 altına bırakırım."
Fakat satış muamelesi olmadan işler bozuldu. Şövalyeler Oruç’un namlı bir tacir olduğunu öğrendiler:
"Karındaşı Hızır Hayreddin Reis, Bodrum’dadır," dediler; "ağası için 10000 altın vermeye hazırdır. 10000 altın verilen bir esir 800 altına satılır mı?"
Santurluoğlu’nun parasını iade edip Oruç’u geri aldılar. Şövalyeler, Oruç’un gerçek değerini, Krigo’dan öğrenmişlerdi. Krigo, Hızır Reis’in verdiği 18000 akçayı dolandırdığı gibi, benim Oruç’u kurtarmaya hazırlandığımı Şövalyeler’e bildirmişti.
Bunun üzerine Rodoslular, Oruç’u yer altında bir zindana attılar. Ta ki ben fırsat bulup kurtarmayayım. Eskisinden fazla eziyet etmeye başladılar. Eline, ayağına ve boğazına kadar zincir vurdular. Ancak ölmeyecek kadar ekmek veriyorlardı. Oruç, bu hale fazla tahammül edemedi. Kapatıldığı zindanın kumandanı ile görüşmek istedi. Kumandanın karşısına çıktı. Kumandan :
"Neye geldin?" dedi.
"Bana bu kadar eziyet etmekten maksadınız nedir?"
"Ey Türk, anla bakalım, 800 altın verip kurtulmaya çalışmak nasıl olurmuş. Karındaşın Hızır Hayreddin Reis, dünyanın malı ile, seni kurtarmak için Bodrum’da bekler. Bundan haberimiz yok mu sanırsın? Yoksa sen bizi budala mı zannedersin?
"Beni serbest bırakmak için kaç akça istersin?"
"Ya sen ne kadar verirsin? Kendine ne paha biçersin? De bakalım."
"Ben kendime değer olarak bütün Rumeli’ni arpalık, Anadolu’yu cep harçlığı verir, üstüne 100.000 altın öderim."
"Bre divane, sen hele maskaraca sözler söylemekte devam et bakalım, akıbetin ne ola."
Oruç’un kendisiyle alay etmesine kızan kumandan, ona eskisinden kötü muamele edilmesi için zindancıbaşına emir verdi. Oruç, bu halden çok sıkıldı. Bir gece zindanda tek başına ağladı :
"Yarab, diye dua etti; bikes kalmışlara derman senden olur! Habibin Hazret-i Peygamber hakkı için ben biçare kuluna meded eyle, beni tez zamanda bu kafirlerin zulmünden kurtar!"
O gece dua ede ede takatsiz kaldı, balçıklı zemine düşüp uyuyakaldı. Rüyasında parlak çehreli bir ihtiyar göründü :
"Ey Oruç, dedi; gönlünü ferah tut. İslam dini uğruna çektiğin eziyetlere katlan. Mahzun olma. Kurtulman yakındır."
Oruç bu rüyadan büyük bir sevinçle uyandı. Gemi kasaveti dağıldı. Gönlü açıldı. O sabah, bütün Rodos kaptanları toplanmış, Oruç hakkında görüşüyorlardı. Bu mecliste kaptanlardan biri :
"Derya işleri belli olmaz, dedi; bugün Oruç’a olan, yarın bizedir. Bu Türk’e fazla eziyet etmek doğru değildir."
Bunun üzerine Oruç’un zindandan çıkarılmasına karar verildi. Bir tekneye küreğe çaktılar. Oruç, forsa oldu. Fakat O :
"Yer altında olan eziyete göre derya üzerinde küreğe çakılmak nimettir, diyordu; Yarabbi şükürler olsun, dünya yüzünü gördüm."
AĞAM ORUÇ RODOS ŞÖVALYELERi’NiN GEMİSiNDEN KAÇIP KURTULUYOR
O zamanda Sultan Korkut , Antalya’da otururdu. Orada vali idi. Her sene Allah aşkına Rodos’tan 100 Türk esirini satın alıp azat etmeyi adet edinmişti. O yıl da kapıcıbaşısını Rodos’a gönderdi. Rodoslular, 100 Türk esirini ayırıp kapıcıbaşıya teslim ettiler. Yapılan anlaşmaya göre esirler, bir Rodos gemisiyle Antalya sahillerine çıkarılacaktı. Hak Taala' nın hikmeti, Türk esirlerinin nakli için, Oruç Reis’in çakılı olduğu tekne seçildi. Oruç çok kıymetli bir esir olduğu için Rodoslular onu, kurtulacak 100 Türk’ün arasına katmamışlardı.
Oruç Reis, hoş mizaçlı bir adamdı. Her lisanda mahirdi. Bilhassa Rumca’yı emsalsiz şekilde konuşurdu. Sık sık gemisine gelen Rodoslu kaptanlarla sohbet ederdi. Bir gün bu kaptanlar Oruç’a dediler ki :
"Ey Türk, sen bir güzel sözlü kişisin. Bahusus bizim lisanımızı çok iyi bilirsin. Müslümanlık’ta ne buldun? Gel bizim dinimize gir. İçimizde sen de adı, sanı belli adam olursun."
Oruç :
"Ey akılsızlar" diye cevap verdi. "Herkesin dini kendine tatlı gelir. Hazret-i Peygamber’den üstün peygamber var mıdır ki, ona inanayım."
"O halde var bu halinde kal. Bakalım peygamberin seni bizim elimizden nasıl halas eyler? Şimdilik küreğini çekedur."
Oruç’un çakılı olduğu teknede bir papaz vardı. Rodoslu kaptanlara dedi ki :
ORUÇ’TAN SAKINMAK GEREK
"Bu Oruç, dedikleri adamdan sakının. Onunla fazla konuşmayın. Okumuş ve bilmiş bir adama benzer. Müslümanlık üzerindeki bilgisi, benim Hristiyan dinindeki bilgimden fazladır. Gaflet etmeyin. Sizin cümlenizi tepetaklak etmeye kadir bir dinsizdir."
Rodos gemisi, Antalya yakınlarında ıssız bir yere yanaştı. Sultan Korkut’un kapıcıbaşısı ile 100 Türk esiri buraya çıkarılıp bırakıldı. O gece rüzgar muhalif esiyordu. Hareket etmeyip sabahı beklemeye karar verdiler. Teknenin sandalını indirip, balık avlamak üzere açıldılar. Bu sırada büyük bir fırtına koptu. Sandal gemiye yanaşamadı. Uzakça bir yerde sahile demir attı. Oruç Reis, bu fırsatı ganimet bildi. Göz gözü görmüyordu. Her yer karanlık ve fırtına içindeydi. Zincirlerinden boşandı. "Bismillahirrahim" deyip kendisini denize attı. Yüze yüze sahile çıktı. Selamete erişti. Yüzünü toprağa sürüp Allah’a hamdeyledi. Yola çıkıp bir Türk köyüne geldi. İki tarafına bakınırken bir kocakarıcık önüne çıkadüştü :
"Ey oğul, dedi; müşkül yoldan gelmişe benzersin. Gel, bu gece bana konuk ol."
Kocakarıcık Oruç Reis’i evine götürdü. Önüne yemek getirdi. Yedirip içirdi. Urbacığını değiştirdi.
Oruç Reis o köyde 10 gün eğlendi. Köylüler, geceleri Oruç’u konuk etmek için biribiriyle kavga ettiler.
Rodoslular’a gelindikte, sabah olunca, Oruç’un kürek yerini boş gördüler. Kaçtığını anladılar. "Rodos’a ne yüzle gideriz?", diye telaşa başladılar. Amma Oruç’u bulamadılar. Keder içinde Rodos’a döndüler. Teknenin papazı, Oruç’un sihir bildiğini ve bu yüzden kaçtığını söyledi.
Oruç Reis, kocakarıcığa veda edip köyden ayrıldı. Midilli’ye gitmek istiyordu. 3 günde Antalya’ya geldi. Antalya’da Ali Reis namında bir kalyon kaptanı vardı. İskenderiye ile Antalya arasında işler, ticaret yapardı. Oruç Reis’in şöhretini işitmişti :
"Hoş geldin, safa geldin, oğul" diye Oruç’u karşıladı. "Gemi benim değil, senindir."
Böylece Oruç Reis, Ali Reis’in teknesine ikinci kaptan oldu.
Bu esnada ben, Bodrum’da beklemekten ümidimi kesmiş, Midilli’ye dönmüştüm. Ağam Oruç, İskenderiye’ye varınca, oradan Midilli`ye name gönderdi. Macerasını anlatıyordu. Ağamın kurtuluşuna son derece sevindim.
AĞAM ORUÇ MISIR SULTANININ HİZMETİNE GİRİYOR
Ağam Oruç’un şöhretini Mısır Sultanı da işitmişti. Kendisini çağırdı, huzuruna kabul etti, hizmet teklif eyledi. Sultan’ın emeli, Hind taraflarına donanma göndermekti. Oruç’u bu donanmaya serasker tayin etti. Adana valisine ferman yazdı. İskenderun Körfezi’nde Payas limanına 40 pare gemi yapmaya yetecek kereste göndermesini bildirdi. Adana valisi, keresteleri hazırlattı, Payas’a gönderdi. Oruç Reis, bunları alıp Mısır’a getirmek üzere yola çıktı, 16 pare gemiyle Payas’a geldi.
Rodoslular, Oruç’un Mısır Sultanı’nın seraskeri olduğunu duymuşlar, fırsat gözetiyorlardı. Ağamın Payas’a geldiğini haber alınca, büyük donanma ile bastırdılar. Oruç Reis, vaziyetin vehametini anladı. Cümle gemilerini baştan kara ettirdi, karaya oturttu. Leventlerini alıp içerilere çekildi. Leventler dağılıp memleketlerine gittiler. Ağam gene Antalya’ya geldi. Antalya’da 18 oturak bir tekne yaptırdı. Rodos sahillerini bastı. Kafire aman vermedi. Rodos Şövalyeleri’nin üstad-ı azamı :
"Oruç Reis namında bir korsan zuhur eylemiş," dedi; "altında 18 oturak teknesi var. Uçan kuşa hükmeder. Malımızı alıp memleketimizi yakar. Nece defa oğullarımızı esir eyleyip Şam Trablusu’na götürdü, pazarda sattı. Onun şerrinden denize çıkamaz olduk. Ben size bu Türk’ü yeraltındaki zindanından çıkarmamanızı söylemiştim, beni dinlemediniz, gemiye forsa olarak çaktınız. Şimdi tez yarın, hakkından gelmeye çalışın."
Rodoslular, 5-6 parça yürük tekneyi Oruç’un peşine taktılar. Türk korsanını liman liman, bucak bucak aramaya başladılar. Sonunda bir limanda bastırdılar. Teknesini yaktılar. Oruç Reis, leventleri ile kurtulup kaçtı. Gene Antalya’ya döndü. Oruç’un teknesi Rodos limanına getirildi, halka teşhir edildi. Fakat Oruç’un esir alınıp Rodos’a getirilememesi, Üstad-ı azam’ı çok kızdırdı:
"Tekne Oruç’un amma, kendisi içinde yok!" diye gürledi.
Oruç Reis, Antalya’ya döndüğü zaman, zamanın padişahı II. Sultan Beyezid’in oğullarından Sultan Korkut, Antalya’dan Manisa’ya hareket etmişti. Kendisine Teke (Antalya) vilayeti yerine Saruhan (Manisa) vilayeti verilmişti. Sultan Korkut’un "Piyale Bey" adında bir hazinedarı vardı. Evelce Oruç Reis, bu Piyale Bey’e bir frenk oğlancığı hediye etmişti. İkisi arasında dostluk vardı. Şimdi Oruç Reis’in başına bu haller gelip teknesiz kalınca, Piyale Bey, efendisi Sultan Korkut’a vaziyeti anlattı :
"Oruç Reis, bir mücahit kulunuzdur" dedi, "gece gündüz kafirle cenk edip nece zaferler kazanmıştır. Şimdi teknesini kaybetmiştir. Gerektir sultanım, bu mücahit kuluna bir tekne ihsan ede."
Sultan Korkut, Oruç Reis’in şöhretini biliyordu. Dileğini memnuniyetle kabul etti. Ağam Oruç’u huzuruna çağırdı. Konuştu, görüştü. Çok ikram ve ihsan etti :
"Hemen başın sağ olsun," diye teselli etti; "ben seni teknesiz komam. Elem üzre olma."
Sultan Korkut, hemen İzmir kadısına bir emir yazdı :
"Fermanım sana gelir gelmez, Oruç Reis oğlumuza, dilediği üzere mükemmel bir kalite yaptırasın. Varsın dinimiz uğruna kafirlerle savaşsın. Öcünü alsın. Hanedanımızı rahmetle ansın."
Piyale Bey de İzmir Gümrük Emini’ne name yazdı :
"Oruç Reis, dünya ve ahiret karındaşımdır." dedi; "size geldikte, hemen himmetinizi eksik etmeyin. Her türlü yardımınızı esirgemeyirı. 22 oturak bir tekne yapılmasına nezaret edip tez zamanda Oruç Reis’e teslim eyleyin. Teknenin donanması için her türlü masrafı, efendim Sultan Korkut’un hesabına yazın."
Oruç Reis, İzmir'e geldi. Tez zamanda kendisine iki tekne verildi. Biri Sultan Korkut’un şahsına olan hediyesiydi. Diğer tekne de Piyale Bey’in malıydı. O da Oruç’un emrine verildi. Oruç Reis, tekneleri donattı, leventlerini topladı, Foça’ya geldi. Oruç’un gemisi 24 oturak, Piyale Bey’inki 22 oturaktı. Bu iki tekne üç buçuk ay içinde inşa edilip donatıldı. Foça limanına demir attı. Oruç Reis, Foça’dan Manisa’ya geldi. Piyale Bey’in konağına indi. Burada üç gün misafir kaldı. Üç gün sonra Sultan Korkut’un huzuruna çıktı. El öptü. Sultan Korkut çok iltifat etti :
"Cenab-ı Hak seni her işinde mansur ve muzaffer eylesin," dedi.
Oruç, Manisa’da Sultan Korkut’a ve Piyale Beye veda etti. Foça’ya döndü. O gece dua ve ibadet etti. Ertesi gün erkenden teknelerine demir aldırdı.
Birkaç gün sonra derya üzerinde iki Venedik gemisine rasgeldi. İkisi de zaptedildi. Gemilerde 24000 altın vardı. Bu para vesair eşya ganimet alındı. Bir çok levent zengin oldu. Nasıl zengin olmasınlar ki, Osmanoğlu Sultan Korkut’un duasını aldılar. Padişah duası alanın akıbeti hayrolur. Padişah bedduası alan, felakete uğrar.
Oruç Reis bu cengini Pulya sahillerinde yapmıştır. Oradan Rumeli sahillerine geldi. Ağrıboz adası açıklarında üç Venedik gemisine daha rasladı. Venedikli kafir, Oruç Reis’in gemilerini görünce, top ateşi açtı. Oruç, leventlerini güzel sözlerle teşçi etti. Venedik gemilerine yaklaştılar. İki taraftan atılan gülleler deryayı cehenneme çevirdi.