Çöküşü hazırlayan 3 fetva, 3 vahim sonuç
Veysel Ayhan 01 Ocak 1970
Muazzam bir hırsla yola çıkıyorsunuz. Niyetiniz her siyasi parti gibi iktidara gelmek. Sizin niyetiniz daha ötesi. İktidara gelince bir daha gitmemek. Ne yaparsınız? Bunun için neler lazım? Bir: bol para, iki: siyasi rakipleri her türlü yolla elimine etme. Bu iki şeyi sağlama alırsanız rahatça 2023’ü hatta 2071’i bile görebilirsiniz. Ama size bu yolda her türlü ‘aracı’ mubah kılacak fetvalar lazım. Yoksa beraber yürüdüğünüz kadrolara izah edemezsiniz.
Birinci fetva:Uzun vadeli siyasi projelerinizde, propaganda faaliyetlerinizde ve kamuoyu oluşturmak için medya satın almanızda sıkıntı yaşamamanız lazım. Yani bol paranız olmalı. Bunun için size özel bir para havuzu gerekiyor. Devlet ihalelerinden, belediye projelerinden alınacak komisyonlarla bunu oluşturmayı düşünüyorsunuz. Vakti zamanında bunun fetvası alınmış. Zaman yazarı ve o çevrelerin ‘cemaziyelevvelini’ iyi bilen Ali Bulaç, o günlere şahit olmuş, şöyle diyor: “1996 yılında birer kamu kuruluşu olan belediyelerden ihale alan işadamlarının çeşitli cemaat, vakıf ve derneklere bağış yapıp yapmamaları konusu gündeme gelmişti. Hakim görüşe göre ihale alan bir işadamı, gösterilen bir yere yüzde 10 bağış yapabilir, ‘zor faktörü’ kullanılmayacaksa bunda bir sakınca yok.” Bulaç, bunu kesinlikle onaylamamış, işin nerelere uzanacağını görmüş ama kapıyı birileri açmış.
Hayrettin Karaman Hoca, o dönem için verdiği fetvayı geçenlerde açıkladı: “‘Devletten veya belediyelerden haklı ve meşru olarak ihale alıp istifade ve kâr eden kimseleri, yardımda bulunsunlar diye hayır kurumlarına yönlendirsek bunda bir sakınca var mıdır?’ diye sordular. Buna verdiğim cevap şudur: Hayır işlesin diye teşvik ve sevk ettiğiniz kimseler Müslüman iseler ve siz istemeseniz bu yardımı yapmayacak idiyseler ve/veya bir daha iş ve ihale alamam diye bu yardımı yaparlarsa bundan ecir (sevap) alamazlar.” (27.12.2013/Yeni Şafak) Diyor ama fetvasını veriyor. İğne deliğinden deve geçirmeyi başaracak şark kurnazlığı bu fetvayı maymuncuk gibi kullanıp her işten nemalanma yolunu böylece meşru hale getirmiş.
Fetva her partilinin elinde maymuncuğa dönüşünce ‘metazori bağış’ bir süre sonra ‘hayırsever’ işadamları üretiyor. Bu ‘maymuncuk anahtar’ otoyol yaptığınızda, AVM kondurduğunuzda kolayca dünyevi bir ‘cennet anahtarına’ dönüşüyor. Parti rozeti takan herkes aynı zamanda böyle bir ‘cennet anahtarı’ da edinmiş oluyor. Projelerin kaliteli olması, uygun ham maddeyle yapılması sizi çok ilgilendirmiyor. Alacağınız ‘ulvi amaçlı’ komisyonun miktarı önem kazanıyor. Müteahhidin başı rahat, ‘bağış’ını yapmış, denetlenme korkusu yok. Bu tür işadamı prototipini İranlı işadamı Reza Zarrab oluşturuyor. Gerekli ön bağışlarını periyodik olarak yapmış. Başbakan, ‘hayırseverliğini’ yakinen biliyor, kefil oluyor. Bakanlar bir tehlike anında kendilerini Zarrab’ın önüne atmayı taahhüt ediyor. Bu fetvanın bir de seçilen belediye başkanının orayı fethettiği, dolayısıyla gelirin beşte birine el koyabileceği veya Halife’nin/Emirülmüminin’in mülkün/ülkenin sahibi oluşu ve beşte bir hakkı olması gibi versiyonlarının fiili olarak kullanıldığı biliniyor. Başbakan’ın “Alınan para devletin kasasını soymuyorsa yolsuzluk değildir.” cümlesi, bunun bir nevi kabulü. Sonuç: Fetvayı kapan on binlerce ‘cennet anahtarlı’ partili gönül rahatlığıyla ayakkabı kutularını istifleyebiliyor. Yakınlarına hayırseverlik yapıp villa hediye edebiliyor.
İkinci fetva: Siyasi rakipleriniz var. İyi konuşuyorlar. Hitabetiyle sizi sarsıyor, moralinizi bozuyor. Siz böyle kara kara düşünürken rakibinizin özel hayatında titiz olmadığını öğreniyorsunuz. Diğer rakip partinin durumu daha kötü. Hemen hemen önde gelenlerin hepsi dikkatsiz. Size bağlı her emrinize amade istihbaratçılarınız da varsa ve ufukta bir seçim de görünüyorsa küçük bir el hareketiyle yapılacakları onaylıyorsunuz. Ama ‘titiz!’ olduğunuz için yine bir fetvaya ihtiyacınız var. Onu da ödül verdiğiniz din âliminden almış oluyorsunuz. Fetva şu: “Eğer ayıp ve günahını gizleyerek işleyen bir mümin kamu görevlisi veya kamu görevine talip biri ise bu takdirde ‘halkı onun zararından koruma’ vazifesi, ayıbı örtme vazifesinin önüne geçer ve ilgililere durum açıklanır; yani bu durumda ayıp ve günah gizlenemez... Ama gizlenen kusur ve günah kamuyu ilgilendiriyor ve bilinmemesi kamuya zarar veriyorsa devreye ‘zaruret’ girer ve zaruri olarak tespit ve gerektiği kadar teşhir edilir. (12.05.2011/Yeni Şafak/Hayrettin Karaman) Bu da tamam olunca geriye taşeron birilerini bulmak, yayınlatmak kalıyor. Muhal farzla ifade edeceğimiz varsayım ve isnadı aklımıza getiren kişi CHP lideri. Kılıçdaroğlu, bu olaylardan Erdoğan’ı sorumlu tutuyor: “Şaibeli bir kişidir. Onun bilgisi dahilinde gerçekleşen bir olaydır. Bu kadar net söylüyorum. Kendisi talimat verdi.” diyerek, olayın failinden emin olduğunu açıkladı. Başbakan, seçimler öncesi ortaya çıkan bu rezaletleri meydanlarda “Bu özel değil, bu genel genel…” diyerek siyaseten istismar etmişti. Baykal, özel hayatına ait ortaya çıkan bu skandalla istifa etmiş, Başbakan zorlu bir rakibini diskalifiye etmiş, konuyu meydanlarda seçim malzemesi yapmıştı. Olayın failleri tabii ki aranıp bulunamadı. Kılıçdaroğlu, net olduğunu ifade ettiği delillerini henüz açıklamadı. Meydan, delilsiz iftira atmayı bir itiyad haline getiren Erdoğan’a kaldı. Bugünlerde diğer her skandalda olduğu gibi yapılan bu fecaati cemaate mal ediyor. Sonuç öncelikler ve AK Parti trolleri kaynaklı çakma Numan Kurtulmuş vakası.
Üçüncü fetva:Eğer uzun vadeli olarak rakipsiz ve alternatifsiz olmak istiyorsanız aynı cephede bulunduğunuz refiklerinizi yanınıza çekmelisiniz. Numan Kurtulmuş veya Süleyman Soylu gibi isimler yarın bir gün alternatif olacaksa siz onları bir şekilde ikna edip yanınıza çekerseniz akıllılık etmiş oluyorsunuz. Peki ikna olmayan olursa ne olacak? Bu sorunun cevabını bilmiyoruz. Sadece ‘Acaba o da mı?’ diyerek bir soruyu seslendirebiliriz. Geçenlerde Karaman Hoca, yazısının son paragrafında ilginç bir ipucu verdi. “Kamuya (ve bu arada ümmete) ait zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir. Siyasette olan selim akıl ve kalb sahiplerine de bu kuralı hatırlatıyor ve örnek olarak merhum şehid Muhsin Yazıcıoğlu’nu dua ile anıyorum.” (Yeni Şafak/19.12.2013) Normalde böyle bir yazıda siyak sibak bütünlüğü içinde bu son cümleye ihtiyaç yok. Hoca bunu niye kullandı? Merhum Yazıcıoğlu’nun vefat tarihi değil, doğum tarihi de değil. Peki Hayrettin Hoca bu cümleyi niye kullandı? ‘Fail, olay mahalline mutlaka geri döner.’ gibi bir şey miydi bilmiyoruz? Acaba yazısında ifade ettiği argümanlar AK Parti alternatiflerini elimine etmek, ‘etkisiz hale getirmek’ fetvasını içeriyor olabilir mi? “Devlet geleneğimizin kendini korumak için geliştirdiği reflekslerin bir kısmı epeyce ürpertici, benden hatırlatması” diyebilen bir şahıs Başbakanlık müşavirliği yapıyorsa bazı kuşkular haklılık kazanmaz mı? AK Partililerden bu tezi destekleyici başka sözler de geldi ama işin gerçeğini Allah bilir.
Müslüman ahlak ve dürüstlüğü derin bir yara aldı. Bediüzzaman Hazretleri alelusul içtihatların akıbetini anlatan sözlerini neo-müçtehidler de okumalı: “Nasıl ki, kış mevsiminde, fırtınaların şiddetli olduğu vakitte, bir binadaki küçük delikler dahi kapatılır, yeni kapılar açmak hiçbir şekilde akıl kârı değildir. Hem nasıl ki, büyük bir sel baskınında, tamir için duvarlarda delik açmak boğulmaya sebep olur. Aynen öyle de, haramların işlendiği, yabancı âdetlerin her yeri sardığı, bid’atların çok arttığı ve dinsizlik tahribatının olduğu şu zamanda İslamiyet kalesinde içtihat adıyla yeni kapılar aralamak, o kalenin duvarlarında bozguncuların girmesine sebep olacak delikler açmak İslamiyet’e karşı bir cinayettir.”