AK Parti; Rıza'dan önce Rıza'dan sonra
Adem Yavuz Arslan 01 Ocak 1970
Bugünlerin tarihini, AK Parti iktidarının hikâyesini yazarken galiba "Rıza'dan önce" ve "Rıza'dan sonra" diye ikiye ayırmak gerekecek.
Çünkü 17 Aralık ile Türkiye gündemine giren 'Hayırsever Rıza' ile her şey altüst oldu. Meğerse 'eski Türkiye'ye ait' dediğimiz her şey aynen devam ediyormuş.
Sadece rantı yiyenler değişmiş.
Ortaya dökülen tapeler, görüşme kayıtları sonrasında 'çok yazık' dememek mümkün değil.
Gerçi garip bir ikilem de yaşıyoruz.
Bir ülkenin başbakanı, bakanları dinlenmiş. Kim dinledi, neye dayanarak dinledi bilmiyoruz.
'Güvenli haberleşme' için geliştirilen kriptolu telefonlarla yapılan görüşmeler bile internette yayınlanıyor.
Fakat gelin görün ki, dinlediğimiz kayıtlar, yaşanan rezalet hukuksuz dinlemeleri unutturuyor.
Eğer bu kayıtlar doğruysa karşılaştığımız tablonun demokrasi ve hukuk devleti ile izah edilebilir bir durumu yok.
Başbakan ile oğlu Bilal arasında geçen telefon görüşmelerinde 'sıfırlanması istenen paralar' dudak uçuklatan türden.
Arkası yarın' gibi her akşam internete düşen kayıtlara göre Başbakan ülkedeki her olaya doğrudan müdahil. Kayıtlardan öğrendiğimize göre bizzat Başbakan;
- Fenerbahçe yönetimini ele geçirmek için taktikler veriyor.
- Aydın Doğan'ın ceza alması için müdahil oluyor.
- Adalet Akademisi'nin yönetimine el atıyor, kimlerin seçileceğine karar veriyor.
- Yolsuzluk soruşturmasını yürüten savcıları yakından takip edip, rapor alıp ayrılmak isteyen savcı için devreye giriyor.
- Danıştay başkanının kim olacağına karar veriyor.
- Büyük ihalelerin kime verileceğine, kazanılmış ihalelerin iptal edilerek başka bir işadamına verilmesine karar veriyor...
Başka örnekler de var.
Fakat en az bunlar kadar vahim olan bir şey daha var. Miting meydanlarında, TV ekranlarında konuşan Başbakan, açıkça 'Yargıda gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra, 30 Mart sonrası gereken adımları atacağız' diyerek yapılacak bir operasyonun kumandasında olduğunu çekinmeden anlatabiliyor.
Hukukçular böyle bir operasyon olursa hukuken 'yok hükmünde sayılması gerektiğini' söylüyorlar. Gerçi bunu bilmek için hukukçu olmaya gerek de yok.
Yargının imamı bizzat Başbakan'mış!
Bütün bu telefon tapeleri bir gerçeği daha gösterdi.
17 Aralık sonrası 'algı operasyonları'na başlayan hükümet ve medyası, sürekli yalan üretiyor.
Bunlardan birisi de 'yargının imamı' söylemiydi.
Adalet eski Bakanı Mehmet Ali Şahin 'yargının imamı' açıklaması yapmış, yandaş medyaları da dosyaların önce Pensilvanya'ya gittiğini iddia etmişti.
Ortaya çıkan tapeler gösterdi ki, 'yargının imamı' bizzat Başbakan'mış. Dosyalar da Pensilvanya'ya değil Başbakanlık'a gidiyormuş.
Her yeni tapeden sonra 'Yok artık, bu kadarı da olmaz' diyoruz ama ortaya çıkan her kayıt bir öncekine rahmet okutuyor.
Dün ortaya çıkan tape skandal ötesi skandal.
AK Parti Grup Başkan Vekili Nurettin Canikli ile Başbakan'ın özel kalemi arasında geçtiği iddia edilen görüşmeye göre hükümet Sayıştay raporlarını 'skandallar ortaya çıkmasın' diye kapatmış.
Canikli diyor ki: 'Sayıştay raporları Meclis'e gelse duman olmuştuk.'
Kayda göre, Meclis'e sunulmayan raporlarda 'müthiş şeyler' varmış ve 'Herkesi ileride mahkemelerde süründürürlermiş.' Ayrıca hükümetin Sayıştay'da da tam kadrolaştığını görmüş olduk.
Demek ki skandal o kadar büyük ki, kendi kadrolarınız bile üzerini örtememiş.
Dün ortaya çıkan diğer kayıtta ise başka bir skandal var.
Bilal Erdoğan ile Başbakan arasında geçtiği iddia edilen kayda göre havuz ve yandaş medyanın ibret vesikası manşetleri bizzat aile tarafından atılıyormuş.
Hatta yapılacak kara propaganda için MİT'ten bile dosya istenmiş. Böylece MİT'in bir işini daha öğrenmiş olduk.
Açıkçası bu kasetleri kim yayınlıyorsa bir ricam var. Lütfen yeni bir şey yayınlamayın.
Bu ana kadar dinlediklerimiz bile vücut kimyamızı bozdu. Meğerse büyük bir umutla desteklediğimiz AK Parti iktidarının da öncekilerden bir farkı yokmuş.
Yazık... Hem de çok...