“Paranoyaklar!..”
Abdullah Aymaz 01 Ocak 1970
Ali Kırca’nın atv televizyonundaki programında, 18 Haziran 1999 akşamı M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin eski konuşmalarından kasetler kırpılıp eklenip montajlanarak yeni orijinal bir kaset gibi yayınlanmıştı.
İki hafta sonra Amerika’nın Boston şehrinde bulunan ve dünyanın en prestijli üniversitelerinden biri kabul edilen Harvard Üniversitesi’nde Türkiye uzmanlığıyla tanınan 60 yaşlarındaki Amerikalı kadın, uluslararası ilişkiler profesörü Lenore Martin, Türkiye’ye geldi. Uzmanlık alanı Ortadoğu, bilhassa da Türkiye idi. İşte bu uzman hanım, Hocaefendi etrafında alevlenmiş olan tartışmanın gerçek boyutunu öğrenmek üzere ülkemize gelmiş ve Hürriyet-Sabah gibi gazeteleri bu hususla ilgili ziyaret etmişti. Sonra da bizimle görüşmüştü. Prof. Martin, “Eğitim faaliyetleriniz güzel! Bunu, uğradığım gazeteciler de söylüyor. Yalnız Sabah Gazetesi’nden bir yazar bana ‘Fethullah Gülen devleti ele geçirecek.’ dedi. Böyle bir şey mi var?” deyince dedim ki: “Bunlar bir yakıştırma… Yalnız bunun sebebi şu: Hocaefendi’nin vaaz kasetleri senelerdir televizyondan yayınlanıyor. Herkes bunu dinliyor. Fikirleri Zaman gazetesinde, Sızıntı dergisinde yayımlanıyor. Hocaefendi’nin tavsiyesiyle açılan okullarda, yurtlarda ve üniversite hazırlık dershanelerinde milletin evladı okuyor, kalıyor. Onun için bu kaset furyasından önce yapılan bir ankette, halkın % 86’sının Hocaefendi’yi sevdiği ve sempati duyduğu belirtiliyor. Şimdi bu halkın çocukları polis kolejlerinde, hukuk fakültelerinde, siyasal bilgiler fakültelerinde okuyor. Sonra da polis, subay, hâkim, savcı, kaymakam oluyor. Şimdi bunlara bakarak ‘Bunlar devleti ele geçirecekler.’ diyorlar. Bunlara göre, % 86 halk başka, bunların evlatları başka düşünmek zorunda. Hatta bunların çocukları, annelerinin ve babalarının sevgi ve sempati bekledikleri kimselere düşman olmak zorunda. Böyle bir şey olabilir mi?”
Ben bunları söyleyince, o hanımefendi “Bunlar paranoyak!..” dedi…
Sonra “Peki” dedi. İki elleri ile tırnak içinde işareti yaparak “Bunlar Gülen’e karşı niye böyle? Suçu neymiş?” diye sordu. Dedim ki: “Ben de bilmiyordum. Sonra öğrendim ki, meğer üç tane suçu varmış… Birincisi: Gülen, Lozan Antlaşması’nı çiğniyor. Çünkü Fener Patrikhanesi Lozan’da ekümeniklikten Eyüp Kaymakamlığı’na bağlı küçük bir kiliseye indirilmişti. Siz onu kucaklayıp ekümenik yaptınız.” diyorlar. Halbuki Fener Patrikhanesi bir Osmanlı müessesesidir. Onu Roma ve Moskova’ya karşı ekümenik yapan Osmanlı’dır. İkincisi: Kendini ne zannediyor? ‘Papa ile görüşerek, halife-i rûy-i zemin mi olmak istedi?’ diyorlar. Papa ile görüşen çokları var. Bunlar halife-i rûy-i zemin mi oluyor? Hocaefendi, mektubunda, imzayı ‘Rabb’in âciz kulu’ mealinde bir söz yazıp imzaladı. Üçüncüsü: Amerikancı diyorlar. Halbuki Nevval Sevindi’ye verdiği röportajda ‘Dünyanın bir kaptanı olur. Bir zamanlar Osmanlı’ydı. Şimdi istesek de istemesek de kaptan köşkünde Amerika oturuyor. Hem Amerika eski Babil gibi… Sistemi demokratik. Her fert gibi onun da bir ömrü var. Rusya gibi bir anda patlayıp bitmez. Sistem demokratik olduğu için eğer bir çökme olursa, birdenbire olmaz da; bir tüyün yerçekimine karşı aheste aheste oturması gibi olur.’ demişti. Herhalde buradan çıkarıyorlar. Hocaefendi Avrupa Birliği’ne girmemizi de istiyor. Böyle olunca, Avrupacı mı olmuş oluyor?”
Şimdi bunun üzerinden 15 sene geçti. Bu sefer hasedi imanının önüne geçenler biraz farklı fakat benzer şeyler söylüyorlar… Ama M. Fethullah Gülen Hocaefendi ve arkadaşları bildikleri yolda devam ediyorlar. Daha bakalım neler görecekler? Ama inşallah kervan yoluna devam edecek…