Siyasette panikatak!
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
İnternete düşen ses kayıtlarından eski İçişleri Bakanı Sayın Muammer Güler’in Gezi olaylarını kastederek “Başbakan’a yalvardım yakardım.
Nuh diyor peygamber demiyor. Eylemciler ‘açıklama yapıp çıkacağız’ diyor ama izin vermiyor” dediği iddia ediliyor. Bunlar muhtemelen doğru. O günlerde bir öfke patlamasına dönüşen olayları yatıştırmak üzere Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başta olmak üzere Bülent Arınç, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş yatıştırıcı demeçler verdiler.
Gezi protestosuna katılanlar haklıydı, insanî talepleri vardı: “Taksim’in göbeğinde AVM ve Topçu Kışlası’nın yapılması”na karşı çıkıyorlardı. Gerek talepleri gerekse güvenlik kuvvetlerinin sert tutumu karşısında İstanbul’un nasıl talan edildiğini, nasıl kent hapishanesine dönüştürüldüğünü gören vicdan ve akıl sahipleri Gezi’nin ilk üç günkü sürecine destek verdi. Yazık ki Sayın Başbakan ve muhafazakâr medya, olup biteni anlamadı. Gezi’yi Taksim vandalizmi, şiddet ve kalkışması izledi, o ayrı bir fasıldı. Şahsi kanaatimce birkaç kritik olayda olduğu gibi Sayın Başbakan önce yanıltıldı, sonra kendi yöntemleriyle Gezi’den siyasî kazanç elde etmeye sevk edildi. Başbakan olayları yatıştırmak isteseydi 6. İdare Mahkemesi’nin boş kalenin önünde ayağına uzattığı topa dokunur, gol atardı. Mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına da tekme attı. AK Partililerin kahir ekseriyeti Gezi olaylarında takınılan sert, acımasız, çatıştırmacı tutumu tasvip etmedi ama liderlerinin arkasında durmayı vefa borcu saydılar. Bu yanlış politika 10 insanın hayatına mal oldu.
Bugün daha net olarak şunu anlıyoruz: Karşı karşıya kaldığımız durum, meşruiyeti ve toplumsal faydası tartışmalı bir “siyaset yapma tarzı”dır. Her geçen gün kendisi için biraz daha üzüldüğüm Sayın Başbakan, kritik zamanlarda “saldır, cepheleştir ve çatıştır” taktiğini izliyor. Gezi olaylarını suhuletle çözmek varken aksine “savaş sebebi” saydı, seçmenin yarısını uğrunda ölmeye hazır kitle sayıp “Yüzde 50’yi zor zaptediyorum” diye meydan okudu. Allah’tan öbür yüzde 50 “Biz kendimizi zaptedemiyoruz” deyip sokağa dökülmedi. O günden beri bu taktiği takip ediyor. 17 Aralık operasyonunu da suhuletle çözmesi mümkünken krize dönüştürdü, krizden tehlikeli çatışma potansiyeli çıkardı. En son “düşman cephe”ye Hizmet’i de katmayı başardı.
15 yaşında hayatını kaybeden Berkin’in cenazesine katılan yüz binler, Türkiye toplumunun bir patlama noktasında olduğunun tehlikeli işaretlerini veriyor. Yüzde 34’le yüzde 100’ü yönetmek mümkün ama yüzde 50 oy alırsınız yine de yönetemezsiniz. Muhalifleriniz “demokratik normal muhalif” olmaktan çıkıp size karşı nefret yanardağına dönüşmüşse sandıktan çıkacak yüksek oyun hükmü kalmaz. Seçim meydanlarında hakaretlerin, tahriklerin bini bir para. Toplum olabildiğince geriliyor. Her konuşmada tehditler tekrarlanıyor, “çatışmaya davetiyeler” çıkarılıyor. Üzerinde uzun uzadıya çalışılmış bir strateji çerçevesinde Hizmet Hareketi önce kriminalize ediliyor, sonra şeytanlaştırılıyor; bütün kötülüklerin, komploların sebebi ve kaynağı bir “suç örgütü” statüsüne sokuluyor. Bu arada Hizmet’in itikadına, din anlayışına, ontolojisine yönelik dehşet verici retorik ve rivayetler kullanılarak “İslam dışı, sapık bir fırka” ilan ediliyor. Bu demektir ki, Gezi’de zor zaptedilen yüzde 50, şimdi şeytanlaştırılan Hizmet mensuplarına karşı da psikolojik bir harekâta hazırlanıyor.
Bölgemizde etnik ve mezhep çatışmaları, siyasî iç savaşlar yüz binlerin hayatına mal oluyor. Yönetimde acze düşen liderler Neron gibi şehri yakmaktan çekinmiyorlar. Bu yangın Türkiye’ye sıçrayabilir. Bu aşamada hukuken ve demokratik prosedürler açısından yanında yer alınacak “siyaset” ortalıktan çekiliyor. “Bu siyaset”in yanında yer almaya çağıranlar hukuksuzluğa, güce güzellemeler yapıyor. Ortada siyaset yok, mekanizmaların çöktüğü, grupların nefret yüklendiği, aklın ve mantığın kabaran öfke dalgalarının gerisine düştüğü, kısaca sosyolojimizin güvenlik krizine girdiği cinnet hali yaşadığımız bir durum söz konusu.
Eğer sakinleşemezsek ülke yönetilemez. Sandıkla gelen sandıkla gitmeli. Bu temel kuraldır ama güvenlik krizi her şeyin önüne geçebilir. Kaos demokrasiyi boğabilir. Siyasetin panikatak halini yaşıyoruz. Bir an önce bu siyaset tarzından çıkmamız lazım.