Gül’ün şerhsiz imzası...
İsmail KÜÇÜKKAYA 05 Aralık 2007
“Kariyerlerimiz boyunca her bir basamak yükseliş bizi geçmişimizden biraz daha uzaklaştırır.”
Önemli görevlere getirildiğimiz her defasında sorumluluklarımız katlanırken, omuzlarımıza yüklenen ağırlık artar, bu iyi yönetilmesi gereken bir çeşit “travmatik etki” yaratır.
Yeni misyonumuza dair üst perdeden bir bilinç sahibi olmamız önemli bir zorunluluktur. Artık ilişkiler, görev tanımları, sorumluluklar değişmiş, “yeni bir dünyaya pencere açmış” oluruz. İnsan, toplum içinde rolleri ile var olur, misyonu ile kendini gösterir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) kararlarına “muhalefet şerhi” koymadan imza attı. Böylece kararlar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de Başkomutanı sıfatı taşıyan Gül’ün onayıyla yürürlüğe girmiş oldu.
Gül’ün bu tutumu çeşitli açılardan üzerinde durulmayı hak edecek önemdedir.
Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan olduğu dönemde muhalefet şerhi koyarak imza attığı YAŞ kararlarındaki çekincesini, bu kez geri çekmiştir. Henüz Cumhurbaşkanı adayı iken Gül’e karşı çıkanların dile getirdikleri gerekçelerden bir tanesi, YAŞ kararlarıyla ilgiliydi. Gül, bu neviden eleştirileri boşa çıkarmış oldu. Esasında, henüz Çankaya Köşkü’ne çıkmadan yaptığı bir değerlendirmede Cumhurbaşkanı Gül, “kurumlarımızın hassasiyetlerini biliyorum ve gereğini yerine getireceğim” demişti.
Cumhurbaşkanının en önemli görevi, “devlet kurumları arasında uyum ve eşgüdümü sağlamaktır.”
Kişilerin karar, söylem ve eylemleri bulundukları konuma göre değişebilir. “Siyasetçi için bazen çatışma, besleyici bir işlev” görür, “gerilimin yaratacağı enerji” siyasetçiyi zenginleştirir. Ancak “devlet adamı için uzlaşmacı kişilik” çok daha önde gelir. Devlet katında çatışma değil, uzlaşma esastır.
Devlet adamı ile siyasetçi arasındaki fark tam da bu noktada başlar. Politikacı için “kontrollü bir çatışma zemini” sık sık tercih edilen bir siyaset olarak dikkat çekerken, devlet adamı her zaman uzlaşmayı ön plana alır. Sık kullanıldığı için klişe gibi gelir ama çok yerinde bir saptamadır: “Siyasetçi bir sonraki seçimi düşünür, devlet adamı sonraki nesilleri.”
Adalet ve Kalkınma Partisi kurucularından olan, partinin ikinci önemli ismi pozisyonunu uzun süre koruyan ve bu parti iktidarında Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı / Başbakan Yardımcılığı yapan Abdullah Gül, Çankaya Köşkü’ne çıktıktan sonraki “en önemli sembolik adımını” atmış, AK Parti’den ayrışma, devletle eklemlenme ve devlet ideolojisiyle uyum sağlama sürecine girdiğini göstermiştir.
Devlet politikalarında süreklilik esastır
Ben, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması durumunda da aynı tavrı sergileyeceğini ve tıpkı Gül gibi devletle uyumlu politikalar üreteceğini düşünürüm. Bu, bizim devlet sistemimizin ve Cumhurbaşkanlığımızın sihridir. Formülü de devlet geleneklerimizde saklıdır. Devlete dair hassasiyetlerinden hiç kuşku duymadığımız Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de mesela beş yıldır muhalefet şerhi koyuyor. Ama -sistemin de favori gördüğü- en güçlü Cumhurbaşkanı adayıydı. Burada isimler önemli değildir, kişilerin görevleri ve sorumluluk alanları belirleyicidir.
Gül, “muhalefet şerhi koymadan attığı imzalarla” aynı zamanda potansiyel bir krizi önlemiş oldu. Askerimizin Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyon sürecinde ve terörle mücadeleyi en üst noktaya taşıdığı bir konjonktürde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin morali bozulmamış oldu. Ülkemizin dikkatleri de dağılmadı.
Devlet politikalarında devamlılık ve tutarlılık esastır. Gül, hiç kuşkusuz kendi rengini ve ruhunu kattığı Köşk icraatlarında bu sürekliliğe verdiği önemi gösteriyor. Temel konularda devlet ideolojisinin çizgisini sahiplendi. İlk yurtdışı seyahatini KKTC’ye, ilk yurtiçi gezisini Güneydoğu’ya yapması, henüz görev süresinin en başında iken Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ne gitmesi, sembolik ama çok kıymetli tavırlardır.
Merak edenler var biliyorum, Cumhurbaşkanı Gül’ün YÖK Başkanlığı gibi tartışmalı diğer konularda da spekülasyona yol açacak tercihlerde bulunacağına hiç ihtimal vermiyorum.