« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

25 Mar

2014

Öcalan'ı dahi serbest bıraksanız kim ne diyebilir?

Adem Yavuz Arslan 01 Ocak 1970

17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile ortaya dökülen skandallardan sonra Başbakan Erdoğan mikrofonu her eline aldığında Hizmet Hareketi'ne ve Fethullah Gülen'e akla hayale gelmeyecek iftira, itham ve hakaretler ediyor.

Böylece hem yolsuzlukları, skandalları unutturmak hem de tabanını motive etmek istiyor.

Erdoğan'ın nefret söylemi, ayrımcı dili ilk etapta gündemi değiştirmeye yetebilir. Fakat ektiği nefret tohumlarından büyüyecek düşmanlıkları telafi etmek uzun yıllar gerektirecek.

Başbakan, 10 Mart'ta Ağrı ve Muş'ta yine bildiği ne kadar suç varsa hepsini Hizmet Hareketi'ne atıfla 'paralel devlete' yıktı. "Oslo sürecini bunlar engelledi. Müsteşarımı yargılamak istediler. Paris'te suikastlar yaptılar..." dedi.

Erdoğan da 'Dün dündür' demeye başladı

Peki bu iddialar ne kadar gerçekçi?

Oslo görüşmeleri, daha Emre Taner'in MİT Müsteşarı olduğu dönemde başlamıştı.

Hakan Fidan ise 2010'un başlarında Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı ve 'özel temsilci' olarak bu görüşmelere dahil oldu.

Süreç gizli yürütülüyordu. Hatta MHP, Öcalan ile görüşüldüğünü iddia ettiğinde Erdoğan çok sert tepki göstermişti.

Bir yandan Cumhurbaşkanı Gül, 8 Mart 2009'da İran seyahatine çıkarken 'Çok güzel şeyler olacak' diyerek açılım sürecinin düğmesine basmıştı.

Koordinatör ise Beşir Atalay oldu. Yani bir yandan Oslo sürerken bir yandan da açılım süreci başlamıştı.

Bu dönemde TSK, Ulusalcılar ve MHP başta olmak üzere birçok kesim sürece karşı çıktı. Başbakan'ın bugün suçladığı Cemaat ise açılım sürecine destek olmuştu.

Ardından KCK davaları başladı.

Erdoğan en üst seviyeden davaları sahiplendi ve her konuşmasında KCK'yı 'paralel devlet' olarak anlattı.

Fakat bir süre sonra işler ters gitmeye başladı.
Muhtemelen PKK kopardıklarını yeterli görmedi ve 2011 Haziran seçimlerinden önce Öcalan süreçten çekildiğini açıkladı.
İki ay sonra meydana gelen Silvan saldırısı ile Oslo süreci fiilen bitmiş oldu.

Oslo hâlâ muamma

Bu arada, 2011 Eylül ayında Oslo görüşmelerine ait ses kayıtlarının 'bir kısmı' sızdı.
Kayıtlarla beraber MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın da bu görüşmelere katıldığını öğrenmiş olduk.

PKK yöneticilerine neler söylediklerini herkes gördü.

O dönemde Cemaat net bir şekilde ses kayıtlarının sızdırılmasına tepki gösterdi, 'yabancı bir ülkenin operasyonu' olarak gördü.

Zira kayıtlardan da anlaşılacağı üzere görüşmeler birkaç ülkede MİT, PKK, yabancı servis mensupları ve arabulucu kişilerin katılımıyla olmuştu.

Kaldı ki MİT ses kaydının sızdırılması sonrasında yaptığı soruşturmada 'kayıt cihazının kimin üzerinde olduğunu, ondan kime geçtiğini, oradan hangi yabancı istihbarat servisinin eline geçtiğini' tespit edip raporlaştırdı.

Başbakan Erdoğan da bu rapor üzerine televizyonlarda, gazete röportajlarında 'Oslo'yu PKK sızdırdı' dedi.

Süreci o günlerde 'birinci derecede muhatabından' dinlemiş ve bu köşede yazmıştım.

Paraleller PKK'ya, MİT'e ya da yabancı istihbarata sızmışsa?

Diyelim ki öyle olmadı yani Başbakan'ın iddiası doğru.
Bu görüşmeleri 'paralel yapı' sızdırmışsa karşımızda üç seçenek vardır: Paraleller aracı devlete ya da onların istihbarat örgütüne, PKK'ya ya da MİT'e sızmış olmalı.
İlk iki seçenek imkânsız.

Son seçenekte ise sızdıranları bulmak çok kolay olurdu. Devlette, özellikle de her şeyin kayıt altında olduğu, herkesin yetkilerinin belirli olduğu MİT'te bunları tespit etmek zor değil.
Başbakan'ın ve MİT'in tüm gücüyle 'paralel avı'nda olduğu bir dönemde böyle bir tespit çok işine yarardı.

O halde MİT neden çıkarmıyor bunları?

Aslında MİT önce bu görüşmelerin ses kayıtlarını tutuyor muydu, bunu açıklasın. Sonra da kimin sızdırdığına ilişkin savcılığa suç duyurusunda bulunsun.

Nasılsa HSYK'yı da kendinize bağladınız, istediğiniz mahkemeyi, istediğiniz savcıyı ayarlayabiliyorsunuz.

Başbakan sonuna kadar gidin demişti?

KCK davası ile ilgili olarak, Başbakan'ın başından itibaren bu davalara sahip çıktığını biliyoruz. Arşivler AKP'lilerin KCK açıklamaları ile dolu.

Hatta 'Sonuna kadar gidin' dediği de sır değil.

Sonra 7 Şubat 2012'de Hakan Fidan, Emre Taner, Afet Güneş ve iki MİT görevlisi ifadeye çağrıldı.

Bence Fidan'ı ifadeye çağırmak yerine başka bir formülle bu iş çözülebilirdi ama aradan geçen bunca zamana rağmen hâlâ 7 Şubat'ın perde arkası meçhul.

Başbakan, Fidan'ı ifadeye göndermedi, ardından özel yasa çıkartarak korudu.

Konu KCK olmasına rağmen, Başbakan bunun Oslo süreciyle ilgili olduğuna ikna edildi. Oslo sürecindeki görevlendirme kendisi tarafından yapıldığı için bunu kendine yönelik bir girişim olarak değerlendirdi.

Buna rağmen, 17 Aralık sonrası çıkarılması planlanan ve son anda yerel seçimler sonrasına bırakılan MİT ile ilgili yasa teklifinden anlaşılıyor ki, MİT yöneticilerinin PKK yöneticileriyle görüşmesinin yasal altyapısı yoktu.

Üstelik de Ankara kulislerinde 'O görüşmelerin içeriği çok sorunluydu, birisi dışarıdan baksa bize farklı gözle bakabilirdi' şeklinde değerlendirmeler yapıldığı sır da değil.

Yani savcının girişimi çok da temelsiz değil.

Parisli Ömer kim ve Ankara'da kimle görüştü?

Paris suikastlarının faili Ömer Güney bir yıldan fazla bir süredir Fransız adli makamlarının elinde.

Olayın bir numaralı şüphelisi olan Güney'in cinayetler öncesinde Ankara'ya geldiği biliniyor.

Doğal olarak 'kendisini bu işe sevk edenlerle' dağın başında değil, Ankara'da görüşmüştür.

Zira Güney'in başka bir yere seyahati de bilinmiyor.

Ankara'nın her tarafı kamera dolu. Fransız makamları Güney'in kullandığı ve irtibatlı olduğu telefonları vermiş.

Telefonları bir yerlerde sinyal almıştır. En azından buluşmalardan önce telefonlaşmışlardır.
Dahası Güney'in irtibatları arasında MİT'in Erzurum şubesinin olduğu da ortaya çıktı. Üstelik bunu bir gazeteci ortaya çıkardı. Dolayısıyla Güney'i bu işe yöneltenleri bulmak çok kolay olsa gerek.

Gazeteciler bunları öğrenebilirken, devletin tüm imkânları elinin altında olan Başbakan neden sorumluları bulmuyor da "paralel yapı" diyor?

Madem "paralel yapı" yaptı, çıkarın o paralelcileri, verin savcıya yargılansın o paralelciler.

Ama Başbakan bunu yapamaz. Yapabilecek olsaydı, çoktan yapardı.
Paris cinayetlerini aydınlatmak Başbakan'ın sorumluluğu. Suçu başkalarına atmak iftira olduğu kadar, acziyet itirafıdır.

Çözüm yasaları için elinizi tutan mı var?

Peki bugün çözüm sürecinin önünde ne engel var?

Eskiden başınız ne zaman sıkışsa savcıyı, hakimi, polisi, askeri veya valiyi engel gösteriyordunuz. Oysa 17 Aralık sonrası gördük ki, her şeyi bizzat Başbakan yönetiyormuş.

Yine bu süreçte Başbakan'ın istediği her yasayı çıkartabildiğini de gördük.
O halde buyurun çıkarın çözüm sürecinin yasalarını. Öcalan'ın isteklerini sadece Başbakan değil, herkes biliyor.

BDP'liler söylüyor. PKK'lılar söylüyor. O halde Sayın Başbakan, nedir engeliniz? Bugün Öcalan'ı hapisten çıkarsanız size kim ne diyebilir?

Eğer yapabileceklerinizi, PKK'ya ve Öcalan'a söz verip de seçimden sonraya saklıyorsanız o zaman samimiyetinizden şüphe edilir.

Bu halkı kandırmak olur.

Tıpkı bundan 10 yıl önce demokrasi, AB süreci derken kandırdığınız gibi. Tıpkı o zaman demokrasiyi, AB sürecini trene benzettiğiniz gibi, çözüm sürecini bir yere gitmek için binilecek tren olarak görüyorsunuz demektir.

Haydi.

Önünüzde hiçbir engel yok. Çözümü araç değil, amaç için istediğinizi gösterin ve bizi yanıltın Sayın Erdoğan...

Ziyaret -> Toplam : 125,15 M - Bugn : 30850

ulkucudunya@ulkucudunya.com