Seçim şart; kâfi değil
Ahmet Turan Alkan 01 Ocak 1970
Akıllara ziyan bir seçim yaşadık. Adı mahalli seçimdi, belediye seçimleriyle ilgili şeyler gündeme gelmedi, hatta adaylar üzerinde bile doğru dürüst durulmadı. Seçim şu iki fikrin açılımından ibaretti:
1-Yolsuzluk söylentileri dolayısıyla hükümetin itibar kaybettiğini düşünerek oy kaybına uğrayacağını öngörenler, yani muhalefet.
2-Yolsuzluk ithamlarının, parlak bir seçim zaferiyle “hiç olmamış gibi” ortadan kalkacağını varsayanlar, yani hükümet.
Hükümet oy kaybına uğramak bir yana kayda değer bir seçim başarısı kazandı; hatta buna zafer demek bile mümkündür; dolayısıyla ilk şıkkın beklentisi içinde olanlar yanıldı. Seçmenler, iktidar partisini yolsuzluk söylentilerinden ötürü cezalandırmayı düşünmediler.
Ne var ki ne kadar parlak veya büyük olursa olsun seçim başarısı, 30 Mart’ı bir milât haline getirmedi. 30 Mart’tan önce mevcut sıkıntılar ve cevap verilmesi gereken sorular ertesi gün de devam etti ve edecek.
Seçimler kimin yöneteceğini belirler, yönetme yetkisi verir; “nasıl yönetecekleri” konusunda halkın beklentilerini de aksettirir fakat kendi başına bir haklılık veya haksızlık karinesi teşkil etmez; hele mahkeme kararı hiç değildir. İlk günlerin başarı sarhoşluğu içinde sandık sonuçlarını mahkeme kararıymış gibi yorumlayanlar yanılıyorlar.
Hakkında itiraz bulunan önemli iller müstesna tutulursa seçimler tamamlandı, belediyeleri artık kimlerin yöneteceğini biliyoruz ama asıl mesele, yani Türkiye’yi kimlerin ve nasıl yöneteceği hakkındaki belirsizlik devam ediyor. Hükümetin önemli bir meşruiyet problemi var ve kabine içindeki önemli isimlerin yargıyla başı dertte. Mahalli seçim sonuçlarının parlak sonucuna bakarak meşruiyet probleminin ortadan kalktığını varsaymak çokça safdillik olur.
Mesele, doğrudan hükümetin yönetebilme kabiliyeti ile ilgili.
Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimleri var ve önümüzdeki ayların, öncekiler gibi gergin bir atmosfer içinde, karşılıklı sertleşmeyle, tehdit ve hakaretlerle geçeceğini düşünmek aklı başında herkesi ürpertiyor. Hükümet seçim öncesinde takındığı otoriter tavrını yumuşatma eğilimi içinde değil.
Türkiye’nin hesaplı dış kaynak bulmakta eskisi gibi rahat olmadığını biliyoruz. Halkın yüksek ekonomik beklentileri eskisi gibi karşılanamaz; bu süreçte ekonomik küçülmenin etkilerini hissedeceğiz. Diğer taraftan eski sertlik yanlısı tutumun devamı gibi görünen balkon konuşmasında Başbakan’ın “Suriye ile savaş halinde” olduğumuzu telaffuz etmesini de ayrıca kaydetmek gerekiyor. Bu tabloda Kırım’ı ilhak ederek topraklarına bağlayan Putinist maceracılığın bölgedeki yansımaları henüz hesapta yoktur.
Öngörüsüz dış politika yüzünden Suriye ile savaş durumuna gelmiş olmamızdan elbette hükümet sorumlu; bu diplomasi birikiminin -Allah saklasın- bir savaş halinde ne kadar işe yarayacağı kocaman bir soru işaretidir.
Daha şimdiden gelecek sene yapılması beklenen genel seçimlerin Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile birleştirilerek bu yıla çekilmesi tasavvurlarının dillendirilmesi hiç de hayra alâmet görünmüyor. Hayra alâmet olmayan seçimlerin öne alınması değil, benimsenen sert ve ötekileştirici tavrın devam ettiğini görmektir. Sükunet ve huzura ihtiyacımız var, bunun yerine bizi intikamcı bir sertlik ve tehdit dolu yeni bir seçim süreci bekliyor.
Yönetme kabiliyeti derken bu ve bu gibi meselelerden söz ediyorum: Türkiye, eskiden olduğu gibi içine kapanma, dış dünyayı küçümseme ve otoriterleşme eğilimi gösteriyor. Mahalli seçim kazanarak, kalıcı meselelere çözüm getirilemiyor. Demokrasi tarihinde henüz böyle bir seçim modeli görülmedi.
Doğrusu benim tahmin etmediğim bu seçim “zaferi”, hükümetin “yönetebilir bir iktidar” anlayışı bakımından elini rahatlatması beklenirken, eski düşmanlaştırıcı yaklaşımın devam ettiğini görmek hayal kırıklığına yol açtı; buna rahatlıkla zafer mağrurluğundan kaynaklanan bir zehirlenme de diyebiliriz.
Siyasi rakiplerini onurlandıran ve demokratik kültürü güçlendiren barışçı bir yaklaşım yerine onları hafifserken taraftarlarını kriminal karakterler olarak itham etmek bu zehirlenmenin başlıca alâmetidir.
Ülkemiz ve demokratik düzenimizin geleceği açısından haklı olarak endişeliyiz.