Danıştay toplantısında skandal
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Danıştay'ın kuruluş yıldönümünde, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nun seviyeli bir şekilde ve muhatabını incitmemeye özen göstererek seslendirdiği eleştirilere, Başbakan Erdoğan tahammül edemedi; patladı. Feyzioğlu'na "Edepsiz" dedi; "Siyaset yapıyorsun" diye onu fırçalamaya çalıştı. Van ile ilgili yalan konuştuğunu ileri sürdü. Kısacası, devlet adamına yakışmayacak bir üslûp sergiledi.
Erdoğan'ın en büyük yanlışı, çoğunluk oyu ile her şeyi yapmaya hakkı olduğunu düşünmesi. Fransız Kralı 14. Lui, "Devlet benim" diyordu. Erdoğan da herhalde %43 ile "Milli irade benim" diye düşünüyor. Birçok defalar altını çizdiğim gibi, çoğunluk oyu sadece memleketi kimin yöneteceğini belirliyor. Ama nasıl yöneteceği, hukuk devleti ilkelerinde gizli. Sözgelimi, %43 ile Barolar Birliği Başkanı'na bağıramazsınız. Her muhalif fikri, "paralel devletçi" diye yaftalayıp, bir kenara atamazsınız ya da gazetelere hâkim olmak üzere bir havuz medyası oluşturamazsınız.
Katılmadığınız fikirlere de saygı göstermeniz gerektiği hususu, bir demokratik ülke nasıl yönetilmeli bahsinde yer alıyor. Feyzioğlu, yargı kararlarının uygulanmasını, yargının adil bir biçimde yeniden yapılandırılmasını, mağduriyetlerin giderilmesini, Van depreminde konut alamayan kiracılara ev tahsis edilmesini, Twitter, YouTube yasaklarının kaldırılmasını istedi. Bence eleştirileri, bırakınız ağır olmayı oldukça yumuşaktı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın yanında, Feyzioğlu tüy sıklet bir pehlivan gibi kaldı. Yolsuzluklara değinmedi bile. Aksine, Başbakan'ın sahip çıktığı "paralel devlet" söylemini benimseyen bir hava içindeydi.
Başbakan bu kadarına bile tahammül edemedi. Bu fevriliğin arka planı incelemeye değer. Acaba Başbakan'ın yüzüne karşı kimse farklı bir düşünceyi ifade edebiliyor mu? Hem AK Parti grubunda hem de hükümette, herkesin, kendisini, onun dümen suyunda gitme mecburiyetinde hissettiğini düşünüyorum. Ters bir laf söylerseniz, Danıştay toplantısında görüldüğü gibi, fırçayı yersiniz. Haydi parti içi ilişkileri bir kenara bırakalım... Bunun memleket yönetimine yansıyan etkilerini de görmüyor muyuz?
TOKİ dosyasında takipsizlik... Haklı mı, haksız mı?
Ceza Muhakemesi Kanunu'na göre, teknik takip yapılması "suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığına" bağlı. TOKİ dosyasının savcısı Ekrem Aydıner, "Sıradan bir ihbar üzerine, kuvvetli suç şüphesi bulunmadan, hemen 'Örgüt var' diye yola çıkılmış ve hâkimden karar almak suretiyle dinlemeler gerçekleşmiştir. Dinleme sırasında tesadüfen delillere ulaşılmış olması, hukuka uygun bir yöntem izlenmediği için değerlendirmeye alınmamalı, cezaya gerekçe olarak kabul edilmemelidir" diyor.
Konuyu araştırdım. Hem polislere hem hukukçulara sordum.
Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk dedi ki: "Delillerin hukuka uygun olarak elde edilip edilmediği hususu, ancak hâkim tarafından tespit edilebilir. Savcı, delilleri mahkemeye intikal ettirmek zorundadır. Mahkeme, hukuka aykırı elde edildiği sonucuna varırsa, bunları hükmüne esas almaz."
Peki "örgütlü suç" gerekçesiyle "kişileri teknik takibe almaya dayanak teşkil eden kuvvetli bir şüphe" mevcut muydu? Evet mevcuttu... Bunu da Organize Şube'den öğrendim. Önce Ali Ağaoğlu hakkında ihbar geliyor. Polis araştırıyor ve Ağaoğlu'na ait inşaatlarda, emsal değerlerinin yükseltildiğini görüyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin reddettiği imar düzenlemelerinin, yetkinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na geçmesiyle kabul gördüğünü tespit ediyor. Çıkarılan bir kanun hükmündeki kararname, "İmar değişikliği talepleri 2 ay içinde belediye tarafından cevaplandırılmazsa, yetkinin Çevre Bakanlığı'na geçmesini" öngördüğü için, birçok talep, Büyükşehir Belediyesi'nde sürüncemede bırakılıyor ve kanun hükmündeki kararnamenin yarattığı imkân ile imar yetkisi bakanlığa intikal ediyor. Organize Şube, bu ön araştırmanın sonuçlarını İstihbarat Şubesi'yle de paylaşılıyor. Bir rapor hazırlayıp savcıya sunuyor. Savcı kuvvetli şüphenin varlığına kanaat getirip teknik takip kararı alıyor. Teknik takip sırasında başka ilişkiler de ortaya çıkıyor.
İstanbul Başsavcılığı'na, Turan Çolakadı'nın yerine atanan Hadi Salihoğlu, TOKİ dosyasını Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in elinden alınca, tek yetkili olarak savcı Ekrem Aydıner kaldı. Peki Aydıner, Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in "Kuvvetli şüphe var" diye, hâkimden teknik takip izni aldığı bir dosyada, "Sıradan bir ihbara dayanarak, ciddi bir çalışma gerçekleştirilmeden örgüt iddiası ortaya atıldı, deliller hukuk dışı elde edildi" diyebilir mi? Bir önceki savcının, hâkimden karar alarak başlattığı bir soruşturmadaki delilleri, mahkemeye sunmadan geçersiz ilân edebilir mi?
Hukuki süreç normal işlese bunların hiçbirini yapamaz. Zaten, iktidar "yargıya karşı darbe" gerçekleştirmemiş olsaydı, soruşturmayı başlatan savcı da dosyadan uzaklaştırılamazdı. Aydıner'in verdiği hukuka aykırı takipsizlik kararına karşı, baronun vakit geçirmeden itiraz etmesi gerekiyor ya da bir başka sivil toplum kuruluşunun. Netice itibariyle, kamunun imkânlarının gasp edildiği şüphesiyle karşı karşıyayız; yargılanmaya gerek kalmadan, savcı dosyayı mahkemenin önünden kaçırıyor.