Endülüs Melekleri
İrfan YILMAZ 01 Ocak 1970
Annelerin destanı.
Sicim gibi yağmurla gözlerin bulutlandı,
Yanağından süzüldü inciler tane tane,
Bir milyon kitap yandı, hangi zafer(!) kutlandı?
Bin dört yüz doksan yedi... Tarihlere bak anne!
Seni böyle ağlatıp, yüreğini yakan ne? ...
El-Hamra Sarayı'ndan, yükselen feryat ile,
Endülüs tarihlere acı bir sayfa ekler.
Gözü yaşlı annenin, nedir çektiği çile?
Güllerin kucağında vurulan kelebekler!
Zulme seyirci kalan insanlık neyi bekler?
Vandal ruhu hortlamış, yakıp yıkıyor gene.
Eli kınalı gelin! Yok ki kaçacak yerin.
Üç tarafın deryadır, bir tarafın Prene...
Dilinden dua düşmez, derdin ummandan derin.
Çile, gözyaşı ve kan, bu mu senin kaderin?
Geçmişten geleceğe akıp giden zamanda,
Endülüs Melekleri, bir rüyaydı gördüğüm.
Zil, şal ve gülden önce, akla geldiğin anda,
Sevgili annelere hecelerle ördüğüm,
Destanınız yazılsa çözülür mü kördüğüm?
İnsanlık tarihinde Endülüs ilk değildi,
Son da olmadı elbet, geldiğimiz güne dek.
Yavrun yaşasın diye kaç kez başın eğildi?
Elinde karakalem, kaç ferman yazdı felek?
Halbuki sen nelere, nasıl katlandın melek?
Leke düşmez şanına! Gece uykunda bile,
Dokuz ay yük taşıdın, görmeden baharını.
Gizlenmiş umutların varamazken menzile,
Feda ettin geçmişi, bugünü ve yarını.
Çekmeyen bilemez ki, doğum sancılarını!
İlâhi adaletten, Cennet sana hediye...
Nurdan ruhanî varlık, sanma ki senden üstün!
Kutsal emanet olan yavrun büyüsün diye,
Günler ve gecelerin uykusuz geçti bütün,
Gülden nazik bedene, hayat verirken sütün.
Ateşlense bebeğin arşa gider adağın.
Ağıt düşer diline, yürekleri dağlayan!
Alev almış tenine, değdikçe gül dudağın,
Sanki yeniden doğar hastalanmış ağlayan,
Bebeğin alnındaki elin billûr çağlayan! ...
Nakşedilmiş heceler, senin kader yazında,
''Uykusuz kalsın! '' demiş, görünmeyen bu nakış.
Uzun kış geceleri, zemheri ayazında,
Sımsıcak kucağınla, sevgi dolu bir bakış,
Isıtırken yavrunu, yaza döndü karakış.
Nice yıllar yapıştı sefaletin pençesi,
Yoksulluk günlerinde, sanki hayattan bıktın.
Umudun yakarışa ses vermezken nefesi,
''Yavruma ne yedirsem? '' diyerek sen ayıktın.
Bilir misin sen melek, sen nelere layıktın?
Elmasın şahı gelse yıldız konsa tacına,
''Sönük kaldım! '' diyerek gizli bir hüzün duyar.
Kızıl Deniz incisi dağ olsa yamacına.
Sana layık olan gül, aransa diyar diyar;
İrem Bağı'nın gülü, elindeyse bahtiyar...
Layık olur mu sence, Hicaz tepelerine,
Saray kurulsa sana; inci mercan işiyle,
Altın kuşak işlense kubbenin her yerine,
Ay ışığı altında Güneş'e gidişiyle,
Mavi damarlı mermer, yakut ve fildişiyle!
Evrende peçelenmiş Ülker'in yedi kızı,
Nedime inse sana, ilâhî ahenginden.
Burç altında çift duran güneyin Akyıldız'ı,
Kandil olsa gecene, safir zümrüt renginden,
Nur yağdırsa simana, süzülerek enginden.
Retinaya ilk düşen, akla yerleşen yüzün,
Bir ömür zihinlerden silinmiyormuş meğer.
''Bayram eder! dediler, sona erecek hüzün! ''
Peri kızın mirası, paha biçilmez değer,
Sebâ'nın yakut tahtı sana sunulsa eğer!
İhtişamlı El-Hamra gülleri büyü ile,
Ayağına serilse yüreğini kanatır!
Bir zümrüdüankanın efsunlu tüyü ile,
Bir ceylan derisinde sırmalansa her satır,
Ey melek! Hangi destan, seni nasıl anlatır?
Nasıl anlatır seni, ''Anne! '' derken yanan dil?
Şafakların tülünden perdelenmiş simanı.
Güneş doğarken bile gökte yanan tek kandil,
Venüs'ün semadaki benzersiz enfes tanı,
Seni anlatamıyor, meleklerin destanı...
Destanlar yanık anne, Nemrudî ateş düştü.
Yangınlar hiç sönmedi su taşırken ebabil.
Zalimlerin hışımı, masumlara üşüştü.
Çoktan yerle bir oldu, dehşetine mukabil,
Nemli zindanlarıyla, kızıl kuleli Babil...
Endülüs melekleri, bugün bile ağlıyor.
Zulüm sayfalarından, ders almayan insanlık,
Ne oldu ki ufuklar gene zulmet sağlıyor?
Mahşerin melekleri yere inse bir anlık.
Annelerin şafağı, neden hâlâ karanlık?
Sayısız güneş düştü kara toprak bağrına.
Tomurcuk güller soldu, göremeden baharı.
Sağır sultan duymuşken, dünya suskun çağrına.
Hiç kimse anlamadı ruhundaki hasarı.
Acem kehribarından, gül yüzler daha sarı...
Terlemekle donuyor; bir yanıp, bir üşüyor!
Nur semavi bedenler kapan doyumsuz ağa,
Kaderinden habersiz anlamadan düşüyor,
Barışın melekleri, birer birer tuzağa!
Dönüş hayali uçmuş, yıldızlardan uzağa.
Acılı tarihlerde, sayfa kanla yazılmış.
Bin bir ağıt yakıldı, giden dönmüyor geri.
Kara humma pusuda, siper derin kazılmış.
Yemen mi daha öte, Fîzan mı daha beri?
Düştüğü yeri yakar, her ayrılık haberi!
Ne bir mektubu geldi, ne giden geri döndü;
Savaşın pençeleri, teslim aldıkça çağı.
İki günlük gelinler, tüten ocaklar söndü!
Alev alev yandıkça dünyanın dört bucağı,
Sevgili annelerin boş kaldıkça kucağı!
Istırabın, gözyaşın... Ne diner, ne yavaşlar.
Kimi zaman Balkanlar, kimi zaman Yemen'di,
Gidip de dönülmeyen, genç can yutan savaşlar;
Yavruların boynuna doladıkça kemendi,
Arşa yükselen feryat: Senin ''Yavrum! ... '' demendi.
...
''Gizli ithaf nakşeden kalemin sussun şair,
Boynu bükük mısrada hece yas bağlamasın!
Neyi anlatabildin benim çileme dair? ...
Uzak dursun savaşlar, nefreti sağlamasın.
Adil bir dünya kurun... Anneler ağlamasın! ''