'Kader değildir ya, kaderdir diyek...'
Cafer Solgun 01 Ocak 1970
Dünyada maden kazası ve bu kazalarda hayatını kaybeden işçiler haberleri ile sarsılan kaç tane ülke kaldı? Dünyada insan hayatının sözkonusu olduğu yerde iş ve çalışma güvenliği açısından kontrol ve denetimlerin önemini, yitirdiği onca cana rağmen hâlâ kavramamış olan kaç tane ülke kaldı? Dünyada insan hayatının bu denli ucuz olduğu kaç tane ülke kaldı?
Ve dünyada “katliam gibi” dedirten kazaların ardından ölenlere Tanrı’dan rahmet, yaralılara acil şifalar ve acılı ailelere sabır dilemek dışında kendisinde herhangi bir sorumluluk duymayan bizdeki gibi bir devlet ve hükümet örneği var mı? Kaldı mı?
Soma’daki maden katliamında ben bu satırları yazdığımda ölü sayısı 200’ü geçmişti ve bu sayının daha da artmasından endişe ediliyordu.
AA’nın derlediği bilgilere göre 1941 yılından bu yana Türkiye’de sadece maden ocaklarında meydana gelen kazalarda üç bini aşkın kişi hayatını kaybetmiş. Bu sözüm ona “kazalar”, genellikle grizu patlamaları, göçük ve yangın nedeniyle yaşanmış ve 100 bini aşkın kişi de yaralanmış. Bu haberlerle, farkında olmak gerek, bazıları “kazadır, oluyor işte” algısı yaratmak çabası içinde. İnsanımızın “kader değildir ya, kaderdir diyek” potansiyelini canlandırmaya çalışıyorlar.
Çünkü üç bini aşkın insan ölmüş ve sonrasında hiçbir şey olmamış! Hükümet edenler hesap vermemiş, bedel ödememiş, ölenler için rahmet, yaralılar için şifa dilemişler ve hızla gündemin değişmesini sağlamışlar. Ateş düştüğü yerde yangın yaratmış, ne gam! Mühim olan aynı katil tezgâhın sürüp gitmesi... Şimdi de öyle mi olacak?
Nedense (!) aklıma geldi. Geçtiğimiz ayın sonlarında, Güney Kore’de en az 188 kişinin hayatını kaybettiği bir feribot kazası meydana geldi ve bu ülkenin başbakanı Ching Hong-won, kaza sonrası “yeterince hızlı hareket etmediği” gerekçesiyle ölenlerin yakınlarından özür diledi, geceleri uyuyamadığını söyledi ve görevinden istifa etti. Cumhurbaşkanı da bu istifayı kabul etti.
Bizde insanlar ölür ve bunun siyaseten sorumluluğunu taşıyanlar, bildik, klişe açıklamalar yapmanın ötesinde hiç değilse bundan sonrası için “örnek” oluşturacak bir tavır göstermeyi akıllarının ucundan dahi geçirmezler.
Biliyorum; bazıları “ne alakası var” diye celallenecek, orasının özel işletme olduğunu söyleyecek, “trafoyu hükümet mi patlattı yani?” diyecek ve hükümetin sorumluluğunu karartmaya çalışacaktır. “İşleri” bu çünkü.
Cinayetin Türkiye’yi sarstığı ilk anlarda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın açıklaması, “Madende her türlü denetim yapılmıştı, her şey mevzuata uygundu” şeklindeydi ve katil şirketin açıklamasında da, şirketin “iş güvenliği kurallarına titizlikle uyan, teknolojiyi titizlikle takip eden bir madencilik kuruluşu” olduğu vurgulanıyordu.
Bu soruyu sormak için herhalde ne madenci ne de uzman olmak gerekir: Madem her türlü kontrol ve denetim “titizlikle” yapılmış ve yüksek teknolojiyle iş güvenliği kurallarına “titizlikle” uyulmuş, o trafo neden patladı? Soma’daki iş kazalarının Meclis gündemine taşınmasını iktidar partisi neden istemedi?
Olayla ilgili bir soruşturma açılır muhtemelen, müfettişler rapor yazar filan. Ama ben eğer olayı kendi hâline bırakırsak o soruşturmadan herhangi bir sonuç çıkacağını düşünmüyorum. Ne Bakan Yıldız’ın ne de konuyla ilgili herhangi bir bürokratın istifa edeceğini düşünmediğim gibi.
Ama “olay” bu sefer yaşandığıyla kalmayacak. Kalmamalı. Adeta yitirdiğimiz insanlarımızın “suçlu” ilan edilmesine bu sefer izin vermeyeceğiz. Vermemeliyiz. Bu sefer “kader değildir ya, kaderdir diyek” demeyeceğiz. Dememeliyiz.