Parkalıların kaçı hálá Kızıl Bayrak sallıyor
Enis BERBEROĞLU 12 Aralık 2007
ÖNCE ulusal korkularımızı alt alta yazalım.1) Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük sorunu PKK’dır.
2) Köktendinciler ile Kürtçülerin ortak hareketi mümkündür.
Genç Cumhuriyet’in daha ilk yıllarında patlak veren İngiliz destekli, yeşil bayraklı Şeyh Said isyanına karşı geliştirdiği genetik direnci, refleksi anlamak mümkündür.
Ama Anayasa korkuyla kaleme alınmaz.
Yoksa 1982 yılı darbe ürününü değiştirmeye gerek kalmaz.
* * *
Gelin güncel iki tartışmayı yukarıdaki perspektifle analiz edelim.
1) Türban çatlağı: Tarhan Erdem’in türban rakamlarına destek verenler ile itiraz edenleri topluca dinlediğinizde meselenin adını koymak gerektiği anlaşılıyor.
Türban bir laiklik sorunu mudur? Yoksa temel hak ve özgürlüklerin parçası mı?
Türbanı laikliğe tehdit sayıyorsanız, Anayasa’nın mevcut dördüncü maddesine sıkı sıkı sarılır... Sıkma başlı kızların üniversite yasağında ısrar ve inat edersiniz.
Olabilir, tabii ki her düşünceye saygı gerekir.
Amma ve lakin, türbanın özgürlük meselesi olduğu inancındaysanız...
O zaman ikinci bir soruya daha yanıt bulmanız gerekir.
"Türbanlı kızlar, sisteme katılmayı mı, yoksa ayrışmayı mı savunuyor?"
Üniversite kapısına yığıldıklarına göre sanırım birincisi.
Yani evde oturmak yerine okuyup, meslek kazanmayı seçiyorlar.
Peki siz onları türban yüzünden eve mi yollamak istiyorsunuz?
"Çoğalacaklar, köşe başlarını tutup sistemi değiştirecekler" dediğinizi duyar gibiyim.
Bakın, 51 yaşındayım, gençliğinde okula parkayla gidenlerdenim.
Sayın bakalım, eski parkalılardan kaçı hálá Kızıl Bayrak sallıyor.
2) Etnik mozaik: Kültürel hakların tanınması da ne yazık ki sadece terör sorunu odaklı tartışılıyor. Kürtçe’nin serbest bırakılması, öğrenimi ve yayın hakkı örneğindeki gibi.
Devletin olaya bakışı belli. Kürtçe yayın eski kafalarda hálá "taviz" sayılıyor.
"Madem geri adım atıyoruz, bari en az hasarla kurtaralım" diye düşünülüyor.
TRT’den Türkçe propaganda yetmiyormuş gibi aynı hamaset edebiyatını Kürtçe paketlemeye uğraşıyor, o yüzden bölücü TV’lerin türkü programı kadar bile reyting alamıyor.
(Ayrıca Kürtçe yayını savunmama rağmen neden devlet TV’sinin bu dilde yayın yaptığını da anlamıyorum. Eğer mesele etnik zenginlikse neden sadece Kürtçe? Diğer dillerin suçu ne?)
Yok, Kürtçe’nin taviz değil hak olduğunu kabul ederseniz, paradigma tamamen değişir.
Çünkü o zaman bu hakkın kullanımına sınır getirmenin, tekel yaratmanın álemi yok.
Memlekette RTÜK var, muhbir vatandaş çok.
İsteyen Kürtçe yayın yapsın, yasayı çiğneyen cezasını görsün.
İki çekincenizi peşinen yanıtlayayım:
Daha fazla özgürlük, illa kullanılacağı anlamına gelmiyor. Kürtçe dil kurslarının öğrenci bulamadıkları için kendiliğinden kapandığını unutmayın.
Cehalet de özgürlüğe engel sayılmamalı. İtalya’da ulusal birlik sağlandığında (1861) nüfusun sadece yüzde 2.5’i (evet ikibuçuk) akıcı İtalyanca konuşabiliyordu. Bu rakam 1950’lerde yani 100 yıl sonra bile yüzde 20’nin altındaydı. Bugünse yüzde 87 dolayında.
* * *
Türkiye’de Anayasa geleneği başka ülkelere pek benzemiyor.
İlk anayasamız hariç diğerleri darbelerin izini taşıyor. O nedenle her yeni Anayasa ne yazık ki hayatımıza özgürlük yerine yasaklar ekliyor.
Dileriz bu kez farklı olur, yeni Anayasa özgürlük anlamına gelir.