‘Acı’nın politikası ve insaf ölçüsü
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Devlet iktidarını elinde tutan Başbakan’ın, köşe yazarımız Ali Ünal’ı “ahlaksız” ve “şerefsiz” ilan etmesinden sonra o ülkede hiç kimsede insaf ölçüsü arayamazsınız.
Gençler “el insaf” yerine “yuh artık!” veya “oha!” demeyi tercih etmekte, galiba haklılar. Hâlbuki ölçümüz neydi? “Öfke bize, uysallık sana”, “gücenme bize, gönül alma sana”, “suçlamak bize, katlanmak sana”... Tam tersini yapıyoruz: Başbakan öfkeleniyor, sakinleştiriyoruz; güceniyor, gönlünü alıyoruz; suçluyor ve biz katlanıyoruz.
301 insan hayatını kaybetti. Acının edebiyatını, şüphesiz birileri yapacak. Acının politikasını; yani acının istismarı üzerine iktidar savunması veya muhalefet eleştirisi yapmak, insaf ölçülerini yerle yeksan ediyor. Ölçü basit: Duygularınıza hitap eden ve sonuçta siyasî etki bırakan her söz, acının istismarıdır.
Soma faciası, Kozlu’dan ders çıkartılmadığını göstermiş oldu. Sorumluluk sahiplerinin duygular yerine akla hitap etmesi, gelecekte benzer kazaları önlemek niyetinin göstergesi. Elbette Hükümet de, Şirket de bu kazanın olmasını istemezdi. Bizler kusur sahiplerinin, dolayısıyla bu kazanın sorumlularının peşindeyiz. Sadece adalet için değil, geleceği güvene almak için.
İnsaf ölçüleri içinde, Enerji Bakanı’nın Soma’da gösterdiği dirayeti takdir etmeliyiz. Sonrasında dört bakanlığın uzmanlarından oluşan bir komisyon kurulması ve “hukukî, siyasî, idarî ve adlî” sorumluların aranması kâğıt üzerinde doğru görünüyor. Denetçilerin denetlenmesi, yaşam odaları ve gaz maskelerinin standartları gibi konularda zorunlu düzenlemeler yapılması arayışı da, yeni maden yasasının apar-topar Bakanlar Kurulu’na gönderilmesiyle inandırıcılık kazanıyor. Felaketten dersler çıkartılacak, belki uzunca bir süre işe yarar tedbirler uygulanacak. Ancak siyasî sorumluluk bambaşka bir boyut ve hepimiz şundan eminiz: Hükümet ve Hükümet’in emrindeki memurlar bu kazanın siyasî sorumlularını ne kadar ararsa arasın bulamazlar. Hiç iktidar sahibi kendi sorumluluğunu araştırıp, adil bir sonuca ulaşabilir mi? Görev muhalefete düşüyor. Peki muhalefet ne yapıyor?
Gelişmiş ülkeler benzer felaketleri, her kaza sonrasında çıkarttıkları dersler ve aldıkları yeni tedbirlerle azalttılar. Tek rehberiniz bilim. Bizde siyasî tartışmaların altında ezilen ve tarafsızlığını kaybeden bilim, size bu kazaların nasıl önleneceğini, hangi tedbirlerin alınacağını tek tek söylüyor. Hürriyet’te Tolga Tanış’ın Washington’da yaptığı röportajda eski maden güvenlik şefinin Soma faciası hakkında söyledikleri, bu sağlam bilimsel ölçüleri özetliyor. Bu uzman dört sebep gösteriyor ve böylece bir değil dört ayrı zincirleme kusurun yangına yol açtığını anlatıyor. 1968 yılında ABD’de yaşanan kazadan çıkartılan derslere dayalı olarak yapılan yeni düzenlemeler, sorunu kökünden çözmüş. Kazanın sebeplerini bilimsel olarak tespit edip, sonra çareler buluyorsunuz. Bunları mutlaka uyulması gereken kurallara dönüştürüyorsunuz. Sonra da uymayanların canını fena yakıyorsunuz. Bütün dünyada sistem böyle işliyor.
Dört bakanlıktan oluşan uzman heyetinin “hukukî, idarî ve adlî” sorumluları bulması, mevcut kurallara göre olacak. Siyasî sorumluluğu tespit etme ve ikna edici gerekçelerle bunu halka açıklama görevini, CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun gündeme getirdiği “Şirket’e bir milyarlık hayalî ödeme” gibi iddialarla muhalefet araştırıp ortaya çıkartacak. Yeterli mi? Acının politikasını, Hükümet de, muhalefet de yapıyor. CHP ve MHP’nin bugüne kadar uzmanlardan heyetler oluşturup kamuoyunu “bilimsel” olarak aydınlatması ve yapılacak düzenlemelerle ilgili öneriler getirmesi gerekirdi. Hükümet elindeki medya araçlarını kullanarak, acının olduğu merkezden siyasî rekabet alanına kaçak bir hat döşüyor. Acının politikasını, insaf ölçülerini bütünüyle kaybederek ters yüz ediyor. Başbakan’ın hitabet yeteneğini sonuna kadar kullandığı, “Soma şehitleri”ne hasrettiği bu haftaki grup konuşmasından şu cümleyi alıp, insaf terazisine çıkartmayı deneyin: “Hani ocaklarına ateş düşsün dedi ya, madende işçilerin ölümüyle liderinin o bedduasının tuttuğuna inanıyorlar, yazıklar olsun”. 301 insanın canını, duygusal bir konuşma içinde bu kadar “pis” bir politika malzemesi yapan birine rastladınız mı?