Nasıl oluyor da bu ülke 'dış güçler' için verimli bir yer oluyor?
Nuh Gönültaş 01 Ocak 1970
Bugünlerde herkesin dilinde şu söz var: "Türkiye tam ortadan ikiye bölündü."
Toplumdaki keskin kutuplaşma çok ciddi boyutlarda. Bundan şüphe yok. Ancak, idareciler bu kutuplaşmayı ortadan kaldırmak veya yumuşatmak için mi çalışılıyor, yoksa daha da derinleştirmek için mi gayret ediliyor, işte bu şüpheli!
Her ne kadar bu ülkede söz konusu taraflar birbirinin vatanı ne kadar sevdiğiyle değil de ne kadar sevmediğiyle ilgili olsa da, farklı düşünse de herkes bu anlamda pek bir endişeli görünüyor, "Şaka maka karpuz gibi tam ortadan ikiye bölünüyoruz" diyorlar.
Temel soru şu: Türkiye gibi bir ülke, tarafları böylesine keskinleştirecek söz ve tavırlarla yönetilebilir mi?
İçeride dışarıda her gün birilerine had bildirmeye çalışarak elde edilmeye çalışılan istikrar nasıl bir istikrar olur?
Eğer şekilde görüldüğü gibi fifty-fifty bir keskinleşme varsa bunları memnunlar ve gayrimemnunlar olarak ifade etmek yanlış olmayacaktır.
İşte bu yüzde 50 memnunlar, ekonomi iyi gittiği sürece pek sorun çıkarmaz. Fakat genel kaidedir, bir toplumda gayrimemnunlar her zaman daha fazladır.
AKP'nin aldığı yüzdeyi memnunlar hanesine yazarsak, gayrimemnunlar bu toplumda nüfusun yarısından daha fazla.
Daha önce de yazdım, içeride yeni kargaşalar çıkacağı sinyallerinin verildiği şu günlerde yeniden yazmakta fayda var:
Memnunları idare etmek kolaydır, çünkü memnunlar sorun çıkarmaz. Önemli olan gayrimemnunları idare etmektir.
Memnunlar sizin yolunuza taş koymaz. Sizi genellikle yadırgamazlar. Yanlış da yapsanız çok büyük hatalar yapılmadıkça yaptıklarınızı doğru görme eğilimindedirler.
Fakat gayrimemnunlar öyle değil. Gayrimemnunları kendi taraftarlarınıza söylediğiniz sözlerle, taraftarlarınızın hoşuna giden icraatlarla avutamazsınız.
Gayrimemnunları zorla, polis gücüyle, zecri yasalarla durdurmaya, engellemeye çalışmak kısa vadeli pansuman çözüm olabilir, ama bu şekildeki her adım zamanla gayrimemnunları daha da artırır. Onlar için kaba kuvvet yerine siyasetin inceliklerini kullanmak daha doğrudur.
Ülkede gayrimemnunlar arttıkça iktidar, memnunları bile yönetemez hale gelebilir.
Eskiden beri kafa yorduğum problem şudur:
Acaba 'dış güçler' Türkiye gibi, İran, Mısır, Pakistan, Tunus vb. gibi Müslüman toplumlarda nasıl taraftar bulabiliyorlar ve nasıl oluyor da o ülkeleri karıştırmak için bu insanları mobilize edebiliyorlar?
Bu sorunun cevabı bu ülkeleri yönetenlerin yönetme tarzıyla ilgili olmalı diye düşünmeye başladım.
Çünkü ülkeyi yönetenler halkı neredeyse tam ortadan ikiye ayıran adımlar atınca o ülkede "dış güçler" için bulunmaz bir ortam doğuyor!
Felaketlerin "Allah'ın belası" olması hakkında...
Felaketlerin "Allah'ın belası" olması hakkında...
Dünyanın her tarafında her gün ciddi felaketler yaşanıyor.
Felaketin boyutu çok önemli değil, felaket felakettir. Elbette ateş düştüğü yeri yakıyor. Elbette ağlarsa anamız ağlıyor, gerisi yalan ağlıyor.
Başımıza gelenleri algılama biçimimiz dinimize, kültürümüze göre farklılıkla gösterebilir. Ama insanoğlu hangi dine mensup olursa olsun, genellikle başına gelen bir felaketi "Ne günah işledik de başımıza bu geldi" biçiminde yorumlama eğilimindedir.
Kişisel olarak bu türlü düşünme tarzında kimse için bir zarar yoktur. Hatta kişinin kendisine çekidüzen vermesi adına olumludur da. Ama başkaları için "Bu senin başına işlediğin şu günahtan dolayı geldi" demeye hiç hakkımız yok.
Yaşadığımız olayların dehşetiyle geçmişte bu tarz hatalar yaptım. Haiti depremiyle ilgili olarak "Bu onların başına büyücülükle uğraştıkları için geldi" gibi haddimi aşan bir yorumum oldu.
Şimdi... Bir felaket meydana geldiği zaman genel olarak o felaketin başımıza niçin geldiği ile ilgili düşünürken ancak kendi adımıza bir şeyler söyleyebiliriz. Başkasının başına gelenlerle ilgili hem konuşma, yorum yapma hakkımız yok hem de gerçekte o felaketin onların başına niçin geldiğini bilme şansımız yok.
Bu insanoğlunun bilebileceği bir bilgi değil. Ayrıca İnsanoğlu Allah'ın bir işte muradının ne olduğunu da bilemez. O halde boşuna konuşmak yerine böylesi felaketleri bir daha yaşamamak için ne gibi tedbirler almalıyız, ona yoğunlaşmalıyız.
"Bu size Allah'ın cezasıdır" sözü gerçekten gereksiz ve en ağır biçimde aşağılayıcı bir sözdür ve Allah adına kimsenin böyle konuşmaya hakkı yoktur.
Ama her felaket yaşayanların ruhunda derin izler bırakır ve muhataplarını sarsar, insanları nereye doğru sevk etmek istiyorsa bunu yapar. Hiçbir yorum bunun önüne geçemez!
Şüphesiz insanoğlu bilmediği konularda çok fazla konuşur!