« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

26 May

2014

Siz, Soma faciasının sorumluları… Ayağa kalkın!..

Uğur Dündar 01 Ocak 1970

Türkiye’yi yasa boğan 301 kurban verdiğimiz Soma kömür madeni faciası haberini duyduğumda, ilk aklama gelen şey, 2008’de TBMM heyeti olarak ziyaret ettiğimiz Belçika’da, Anvers civarında müze haline getirilmiş bir kömür ocağında yetkililer tarafından bize verilen şu bilgiler oldu: “Müzeye dönüştürülmeden önce 1960’lı yıllardan itibaren bu madende Türk işçiler yoğun olarak çalıştı. Bu maden, 88 yıl boyunca burada hiçbir kazanın vuku bulmamış olmasıyla iftihar eder. Belçika’da son maden faciası yarım asır önce, 1959’da Borinaj’da vuku buldu.”
Gerçekten de günümüzde, kömür madeni işçiliği, iş güvenliği alanındaki önlemlerin titizlikle uygulanması ve çağdaş teknolojinin kullanılması nedeniyle, eskisi gibi ağır riskli bir meslek olmaktan çıkarılmış bulunuyor. Buna mukabil, Soma faciasıyla ilgili adli soruşturmanın daha ön aşamasında ortaya çıkmaya başlayan işletmecilik anlayışı, denetim etkinliği, devlet sorumluluğu, mevzuat, teknoloji ve donanım alanlarındaki yetersizlik ve eksiklikler, Türkiye’nin Batılı ülkelerden iş güvenliği uygulaması alanında en azından yarım asır geride olduğunu gözler önüne seriyor.
Başbakan Soma faciasına ilişkin söylem ve eylemiyle gayet ilkel ve devlet adamlığına yakışmayan bir tutum sergilemiştir. Bu bağlamda özellikle şu sözleri ve tavırları ciddi tepkilere yol açacak
nitelik taşıyordu:

Kömür işçiliğinin “yapısında fıtratında bunlar var” diyerek ölümü işçinin kaderi ve alın yazısı olarak gördüğü anlamındaki açıklaması sakattı.

Bu görüşünü, bir-iki asır önce Avrupa ülkelerinde vukua gelen kaza örnekleriyle destekleme çabası, gülünç olduğu kadar, Türk halkının akıl ve izanına da hakaretti.

Daha hiçbir soruşturma yapılmadan iş verenin gerekli önlemleri aldığını söyleyerek, firmanın suçlu olmadığını peşinen ispata çalışan bir önyargı ile konuşması hatalıydı.

Kendisine “yuh” çeken protestocuların üzerine yürüyüp yakaladığı bir kişiyi tokatlaması, kolayca tavana vuran öfkesini kontrolden aciz olduğunu ortaya koydu.

Bu esnada sarf ettiği televizyon ekranlarından duyulan “Niye kaçıyorsun lan, İsrail dölü” sözleri de sakil ve devlet adamlığıyla bağdaşmayan bir nitelik taşıyor. Bu galiz ifade, yalanlanmış olsa da, bir nefret söylemi olarak yorumlanarak ülkemizin bozulan imajını daha da bulandıracaktır.

Bunlara ilaveten, danışmanı Yusuf Yerkel’in yerde güvenlik görevlileri tarafından sürüklenen bir protestocu gence tekme atan görüntülerinin dünya basınında yoğun şekilde yer alması, zayıf demokrasi sicilimizi daha da karartmış, bazı yazarlarımızın da belirttikleri üzere, ülkemizi dünyaya “rezil” etmiştir.
Belirttiğimiz bu hususlar, öfkeli külhanbeyi mizacını ve sakil konuşma üslubunu kontrol edemeyen Başbakan’ın, Soma’ya halkın yaralarını sarmak ve acılarını paylaşmak amacıyla yaptığı ziyaretin hiçbir olumlu etkiye yol açmadığını, buna mukabil, pervasız ve duyarsız tavırlarıyla ülke itibarını zedeleyici dış yansımaları da bulunan, gayet tatsız olaylara yol açtığını ortaya koyuyor.

Dünya gerçeklerinden
kopuk bir başbakan

Başbakan’ın, kaza ve ölümlerin madenciliğin “fıtratında” (doğasında) olduğunu kanıtlama maksadıyla söyledikleri ve verdiği örnekler de, dünya gerçeklerinden ne denli kopuk olduğunu ortaya koyuyor. Görüşlerini desteklemek amacıyla ABD’de 1907’de vuku bulan iki büyük kazayı zikrederek gülünç bir duruma düştü. Zira, ABD son yarım asır zarfında büyük bir teknolojik atılım gerçekleştirmek suretiyle bir milyon ton kömür üretimi başına işçi ölüm sayısını 0.02 gibi rekor bir seviyeye düşürmüş bulunuyor. Türkiye’de ise bu rakam 7.2’dir. Bu rakamların mukayesesinden, ABD’de kömür madenciliği alanında işçi güvenliğinin Türkiye’den 360 kere daha etkin olduğu sonucu çıkıyor. Bu mukayeseden çıkan bir diğer sonuç da, her bir milyon ton kömür üretimi için Türkiye’deki işçi ölümünün Amerika’dan 360 kat fazla olduğudur.
Bu rakamlar, Türkiye açısından hem son derece utandırıcı, hem de dehşet verici bir zafiyeti sergiliyor. Bu devasa zafiyet ışığında, para hırsı ve sorumsuzluktan kaynaklanan ve halen adli soruşturma aşamasındaki ihmaller zincirine şimdiden gerçek olarak bakılabileceği anlaşılıyor. İşverenin olduğu kadar siyasi iktidarın da sorumluluk alanına giren ve işçilerin bile bile ölüme gönderilmesine yol açan bu ihmaller insanın kanını dondurucu bir nitelik taşıyor.
Yukardaki açıklamalarımız şu gerçekleri ortaya koyuyor: Birincisi devletin “kader” ve “fıtrat” zihniyetiyle değil akılla yönetileceğidir. Kadere iman eden, kedere teslim olur. İkincisi, çağdaş teknoloji, dürüst ve insaflı sermayedar, yetkin/etkin hükümet denetimiyle kömür ocaklarının güvenli işyerlerine dönüştürülmesinin mümkün olduğudur. Ancak, bu hedefin gerçekleştirilmesi için önce gerçeklerin üstünün örtülmemesi ve bu felaketin hem siyasi hem de özel sektör alanlarındaki sorumlularının ortaya çıkarılıp cezalandırılması gerekir.

Soma kömür işletmesinin perişan hali

Bu bağlamda dikkatimi çeken bir nokta da Soma kömür işletmesinin perişan ve harap durumudur. Ben ABD’de West Virginia’da ve Belçika’da kömür madenleri gördüm. TV ekranlarında izlediğim Soma işletmesinin gayet ilkel dış görüntüsü, bunların yanında mezbeleden farksızdı. Yine ekranlardan görebildiğim kadarıyla, iç mekanların görüntüleri de berbat ve pejmürdeydi… Firma yöneticilerinin basın toplantısına gelince, bu, düzensizliğin ve kargaşanın hüküm sürdüğü bir fiyaskoydu. Doğrusu, hayat-memat sınavı veren bir özel sektör firmasından profesyonel bir organizasyon ve sunuş beklerdim. Firmanın patronu da dahil üst yöneticilerinin performansları ve çelişkili beyanları beni derin bir düş kırıklığına uğrattı. O kadar ki, zihnimde “Bu insanlarda böyle bir işletmeyi yönetme kabiliyeti var mı?” sorusu uyandı.
Maden işçiliğini ölümcül bir meslek olmaktan
çıkarmak için ne yapmalı?

Ülkemizde kömür madeni işçiliğini ölümcül bir meslek haline getiren ihmaller ve eksik önlemlerin giderilmesi için şu üç adımın atılması zorunlu gözüküyor:
1) Soruşturma ve yargı sürecinin selameti ve dürüstçe işleyebilmesi için dünyadaki bütün uygar ülkelerin bu tür durumlarda yaptığı yapılmalıdır. Yani, Çalışma ve Enerji bakanlarının birlikte istifa etmeleri zorunludur. Bu facianın önlenmesinde siyasi sorumluk taşıyanların görevlerini yapıp yapmadıklarının da tespiti gerektiğinden, bu husus son derece önemlidir.
2) AKP iktidarı, kurulacak TBMM araştırma komisyonunun görevini kısıtlama, aksatma girişimlerinden kaçınmalıdır. Komisyonun raporunu, Cumhurbaşkanlığı seçiminden etkilenmeden öngörülen 3 ay zarfında hazırlaması sağlanmalıdır.
3) Türkiye’nin kömür madenlerindeki güvenliği Avrupa standartlarına çıkarabilmesinin olmazsa olmazı, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 1995 tarihli Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi’nin kabul edilerek mevzuatımıza aktarılmasıdır. Madencilik alanında faaliyet gösteren 26 ülkenin uyguladığı bu Sözleşme’nin imzalanması konusu TBMM’de muhalefet milletvekilleri tarafından ele alınarak ısrarla önerilmişti. Zonguldak’taki son maden faciasından sonra Sözleşme’ye katılım konusu yeniden gündeme getirildi. Ancak, Hükümet buna yanaşmadı.
Sözleşme iş güvenliği ile işçi sağlığını güvence altına alan detaylı önlemleri sıralıyor. Bu alanda iş verene ve devlete kapsamlı yükümlülükler getiriyor. Ayrıca, uygulanması, sendikasız ve örgütsüz işçileri köleliğe mahkum eden taşeronlaşma sisteminin tasfiyesine de yol açacaktır.
Soma faciasına azami objektif bir görüşle yaklaşsak da, bir gerçeği dile getirmezsek kafamızı kuma sokmuş oluruz. Bu da, ILO Sözleşmesi’nin uygulanmış olması durumunda, oluşturulacak ciddi denetim mekanizması ve alınacak şümullü önlemler nedeniyle böyle bir facianın yaşanmasının çok zayıf bir ihtimal olacağıydı. Bu itibarla, kömür ocaklarında peşpeşe kazalar vuku bulmasına rağmen 12 yıldır Sözleşme’yi imzalamayan AKP iktidarının bu facianın oluşmasındaki suçu büyüktür.


UĞUR DÜNDAR’IN NOTU: Sevgili okurlarım “Soma Faciası”nın ardındaki gerçekler şimdiye kadar böylesine çırılçıplak biçimde hiç anlatılmadı. O nedenle Emekli Büyükelçi, Dışişleri Bakanlığı Eski Müsteşarlarından, bilge insan Şükrü Elekdağ’ın yazdığı bu değerli makaleyi köşemde yayımlamayı görev sayıyorum ve kendisine çok teşekkür ediyorum. Ayrıca bu yazıyı kesip saklamanızı öneriyorum.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 30536

ulkucudunya@ulkucudunya.com