« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

26 May

2014

Din siyasete karışırsa!

Ali Bulaç 01 Ocak 1970

Siyasetin dinden uzak tutulması veya dinin siyasi ve kamusal alanın dışına çıkarılması gerektiğini savunanları ikiye ayırabiliriz:

Biri Aydınlanmanın temel felsefi varsayımlarına göre bilgi, tabiat ve tarih gibi bütün varlık ve hayat alanlarının Tanrı, din ve ahlak karşısında özerkleştirilmesi fikrini savunanlar. Bunlara göre söz konusu alanlara üst bir referanstan, aşkın bir kaynaktan neş’et eden norm, kural veya sınır konulmamalı; insanın kendi aklı, arzuları, çıkarı ve öngörüleri referans alınmalıdır. Buna gerçek manada hümanist yaklaşım diyebiliriz. Demokrasi teorisi, siyaset sosyolojisi ve felsefesiyle ilgili olarak demokrasinin mutlak anlamda laiklik ve sekülarizasyonla ilişkili olduğu yönündeki zihni tutumun aydınlarda, akademik dünyada kabul görmüş olması da bununla ilgilidir.

Diğeri ya bilgisizlik veya zatı itibarıyla değil de dolayım üzerinden dinin siyasete karışmasıyla ciddi sorunların ortaya çıkacağını düşünenler. Hümanist yaklaşım “liaynihi” yani zatı itibarıyla dine karşıdır, diğeri “ligayrihi” yani dolayısıyla dinin siyasetteki rolüne itiraz etmektedir. İtirazları 7 noktada toplayabiliriz:

1) İslam ülkelerinde berbat “dini yönetimler”e bakıp hüküm verenler. Bu ülkelerde adaletin ve yüksek ahlaki örneklerin neredeyse hiçbirine rastlanmadığı gibi işe sondan başlamaları dolayısıyla zayıflar, yoksullar üzerinde hem siyasi yollarla hem ceza hukukunun yanlış tatbikiyle ağır baskılar kurulmaktadır. “El kesme, recm, kılıçla kelle koparma” gibi cezalara bakanlar dine dayalı siyasetin böyle bir tablo çıkardığını düşünmektedirler.

2) İslam ülkelerinde din siyasette istismar edilmektedir. Dindar görüntüleri, sembollere-ritüellere olan abartılı bağlılıkları ve dini söylemleri önde olan “dindar siyasetçiler”in olduğu ülkelerde acıtıcı mahiyette gelir adaletsizliği söz konusu. Milyonlarca insan yoksulluk ve açlık sınırında yaşıyor, ahlaken çürümüş toplumların liderleri ise dini dillerinden düşürmüyor.

3) Dini bir yönetimde gayrimüslimlerin baskı altına alınacağı korkusu. Mesela Türkiye’de 12 senedir iktidarda olan dindar muhafazakârlar ne gayrimüslimleri “azınlık olmak”tan çıkardılar ne durumlarında sahici bir iyileştirme yaptılar. Ruhban Okulu’nun bile açılmasına izin vermediler.

4) İnanmayanların, kendilerini “İslam veya din-dışı kimlik”le ifade edenlerin dini bir yönetimde temel hak ve özgürlüklerinin ellerinden alınacağı kaygısı. Bu “laik-anti laik çatışması”nın potansiyelini teşkil eder.

5) Belli bir din yorumunun veya resmen seçilmiş mezhep görüşünün diğer dini yorumlar ve mezhepler üzerinde ağır baskılar kuracağı korkusu. Şii, Sünni veya Selefiliğin hakim olduğu yerlerde süren baskılar, giderek şiddetlenmekte olan mezhep çatışmaları buna örnektir. Türkiye’de hâlâ Alevilerin sorunları giderilemedi, en temel talepleri olan cemevlerine “ibadet statüsü” tanınmadı. Halbuki dindar yöneticilerden evvel emirde Alevilerin sorunlarını çözmesi beklenirdi, tam aksine her geçen gün Aleviler daha da itilmekte, ötekileştirilmektedirler.

6) Dinin siyasete ve kamusal politikalara yön vermesi durumunda ülkenin “modern tarihin dışına çıkacağı”, “Ortaçağ karanlığına gömüleceği” endişesi. Kadın sorunları, eğitim, kalkınma, modernleşme gibi konular bu meyanda ele alınmaktadır.

7) Dindar siyasetçiler ve kadrolar iktidara geliyorlar ama ne kendilerinden beklenenleri ne topluma vaat ettiklerini yerine getiriyorlar. İslami siyasetin üç sac ayağından biri olan: a) Yönetmeyi güzellikle, sanat ve estetikle (ihsan) yapmıyorlar, aksine her tür oyun ve entrikayı kullanıyorlar, kabalaşıyorlar, despotlaşıyorlar; b) Adaleti tesis edemiyorlar, aksine kendi zümrelerini zenginleştirip yoksullara, zayıflara karşı duyarsızlaşıyor; tüketim histerisine yakalanıp halktan uzaklaşıyor, dinin hikmet ve maksatlarına yabancılaşıyorlar. c) Başkalarını da katarak “ortak iyi ve ortak yarar (ma’ruf) olan ahlaki ilkeleri” siyasete taşıyamıyorlar, bir süre sonra kendileri de ma’ruf ve münkerin ne olduğunu bilemez hale geliyorlar.

Belirtmek gerekir ki saydığımız kaygı ve korkuların tümü boş değildir. Müslüman entelektüellerin ve bilginlerin bunların tek tek üzerinde durup insanların korkularını gidermeleri gerekir.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 32594

ulkucudunya@ulkucudunya.com