Yenilmeye mahkûm otokrat
Şahin Alpay 01 Ocak 1970
Başbakan Erdoğan giderek keyfileşmesinin ve otoriterleşmesinin, artan yanlışlarının doğurduğu toplumsal tepkileri Türkiye’yi bölmek ve zayıflatmak isteyen iç ve dış düşmanların komplolarıyla açıklayarak, her türlü sorumluluktan kaçabileceğini hesap ediyor olmalı.
Yurttaşların artan bir bölümü ise, Erdoğan’ın başında olduğu hükümetin Türkiye’yi sürüklediği kutuplaşma ve kargaşadan derin kaygı duyuyor. Bunlar arasında yayılan bir endişe ise, bu gidişe dur demenin mümkün olamayacağı. Bu yurttaşlar Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilip Çankaya’dan partinin ve hükümetin denetimini elinde tutacağından, gelecek yaz yapılacak genel seçimleri de kazanıp anayasayı değiştireceğinden, Rusya benzeri bir otoriter rejimi yerleştirip en az on yıl daha Türkiye’ye hükmedeceğinden kaygı duyuyor.
Ben ise hayli zamandır gerek yazılı, gerek sözlü yorumlarımda, karamsarlığa mahal olmadığını, Türkiye’nin Erdoğan ve kliğinin sandığı kadar ilkel bir toplum olmadığını, Erdoğan’ın gönlünde yatan türden bir rejimi sineye çekemeyecek kadar gelişmiş bir ülke olduğunu, olumsuz gidişe sonunda AKP’nin bile katlanamayacağını savunuyorum. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Merkez Bankası’nın bağımsızlığıyla ilgili çıkışları, AKP’deki huzursuzluk buzdağının sadece görünen ucu.
Giderek keyfileşen ve otoriterleşen bir Erdoğan ülkenin kaderine niye hakim olamaz? Çünkü Türkiye’nin, Tanzimat’tan bu yana yaklaşık iki asırlık hukuk devleti, II. Meşrutiyet’ten bu yana yaklaşık bir asırlık sınırlı iktidar geleneği vardır. Türkiye Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesidir; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin zorunlu yargısını kabul etmiştir; 60 küsur yıldır NATO üyesidir; 50 küsur yıldır da AB ile bütünleşme sürecindedir. Bizzat Erdoğan’ın başında olduğu AKP hükümeti, ilk iki iktidar döneminde Türkiye’nin zenginleşme ve özgürleşme yönünde hayli yol almasına katkıda bulunmuştur.
Erdoğan’ın meydanlarda “77 milyonun… Milletin” temsilcisi olmaktan dem vurduğuna bakmayın. Çoğunluğu temsil etmesi bile söz konusu değil. Son yerel seçimlerde aldığı oy oranı % 43’ten ibaret. Büyük çoğunluk Erdoğan hükümetinin karşısında. Kerhen AKP’ye oy verenlerin oranı az değil. Türkiye’de siyasi partilerden ibaret olmayan güçlü bir muhalefet var. Birçok sivil toplum örgütü ve medya kuruluşu yanında, işadamları, meslek sahipleri, akademisyenler, gazeteciler, aydınlardan oluşan elitlerin büyüyen kesimleri iktidarın karşısında. Türkiye’de ekonomi, Putinland’da olduğu gibi petrol ve doğalgaz kaynakları üzerine değil, halkın emeği üzerine kurulu. Özetle, muhalefet Erdoğan’ın otokratik bir rejim kurma emelini demokratik yoldan, yani sandıkta boşa çıkaracak güçtedir. Bugünün Türkiye’sinde “saati geriye çevirmek,” başarısızlığa mahkûmdur.
Türkiye’nin en değerli sosyal bilimcilerinden Daron Acemoğlu’nun da benimle benzer düşündüğünü görmekten memnunum. Acemoğlu, özetle, şöyle diyor: Artan otoriterlik ve kutuplaştırmaya rağmen, umutsuzluğa kapılmamak gerekir. AKP, iktidara gelmek için sivil toplumu seferber ettiğinde kendi sonunun tohumlarını da ekti. Türkiye toplumu eskisi gibi uysal olmayacak. Kentli gençler daha liberal görüşlü, daha bağımsız ve daha bilgili oldukları gibi siyasal katılıma ve demokrasiye susamış halde. Uyanan sivil toplumdan esinlenen yargı, itilip kakılmaya katlanmayacağını belli ediyor. AKP’nin gücü elinde toplamasını önlemek için sıradan yurttaşların ve sivil toplumun sesini yükseltmesi yetecektir. (“The failed autocrat,” Foreign Affairs, 22.05.2014.)