TC polisi! Dağılın yoksa...
Gültekin Avcı 01 Ocak 1970
Geçen hafta Diyarbakır merkez.PKK/YDG-H unsurları yine il merkezinde yolu kesmişler.
Araçlar arka arkaya durmuş.
Durdurdukları araçlardaki tüm kontak anahtarlarını toplamışlar.
Polis yolun ve trafiğin kilitlendiği olay yerine intikal ediyor.
PKK/YDG-H grup lideri elinde megafonla olay yerine gelen polis gruplarına sesleniyor:
—TC polisi! Size sesleniyoruz. Derhal dağılın ve meydanı terk edin. Yoksa müdahale etmek zorunda kalacağız! Tekrar ediyorum yoksa müdahale edeceğiz!
Bu hitap tarzı bir yerlerden tanıdık gelmiyor mu size?
Genellikle toplumsal olay ve gösterilerde Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na aykırı şekilde toplanan ve nümayiş yapan kalabalıklara, hukuk kurallarına dayalı egemen bir devletin güvenlik güçlerince yapılan ikaz üslubudur bu.
Sanki devlet PKK, polisler de hukuka aykırı eylem yapan göstericiler...
İşte PKK bölgede tüm vatandaşların önünde istikrarla bağımsız bir devlet retoriği kullanıyor.
Ve bu retoriğin gereğini de silah ve şiddet kullanmak suretiyle de olsa yerine getiriyor.
Hal böyle olunca da devlet, örgüt karşısında edilgen ve anlamsız bir konuma mahkûm düşerek, çözüm sürecinin güvenliğini, örgütün takdirine bırakıyor.
Oysa çözüm sürecinin güvenliğine ve şiddetten arındırılmasına öncelikle ve ısrarla sahip çıkması gereken aktör devlettir.
Kürt sorununu çözmeye çalışmakla, PKK’nın ihtiras ve kaprislerine tatmin etmek çok farklı şeylerdir.
Çözüm sürecindeki AKP hükümetinin esaslı hatası, Kürt sorununu PKK örgütlenmesine hapsetmesidir.
Mevcut durumda PKK çözüm sürecini, devlet açısından yönetilemez bir kimliğe sokmayı başardı.
Başbakan’ın dağa giden/kaçırılan çocuklar için PKK/HDP eksenini adres göstermesi bunu gösteriyor.
PKK kendi dışındaki Kürt gruplarını silahlı abluka altında tuttuğu için, çözüm sürecinde özgür Kürt siyasetinden bahsetmek de mümkün değil.
Beşir Atalay’ın PKK dışı Kürtler’i inkâr ederek oldukça talihsiz bir şekilde “Öcalan Kürtler’in lideridir” demesi, PKK’nın Kürt siyasetine silahla ve şiddetle çökmesine vahim bir devlet desteği olmuş ve Kürtler’e otorite adresi göstermiştir.
Oysa çözüm süreci, PKK dışı Kürt kitlelerinin özgür irade ve haklarını da güvence altına almalıydı.
Geldiğimiz noktada Kürtler’in değil PKK iradesinin devletçe garanti edildiği görülüyor.
PKK iradesini mutabakatla garanti eden devlet, çocukları kaçırılan gözü yaşlı Kürt analarının derdine çare bulmayı garanti edemiyor, vadedemiyor.
“Çocuklarınızı geri getireceğim, bulacağım, ağlamayın” diyemiyor.
xxx
Çözüm sürecinin gidişat ve ulaşacağı muhtemel sonuçlar değerlendirildiğinde AKP açısından nihai iki strateji ön plana çıkıyor:
1- PKK yönetiminde “Kuzey Kürdistan Bölgesel Yönetimi”nin inşasını kabul etmek:
İnşa edilecek yönetim bir Kürt yönetimi değil, PKK dışı siyasal ve sosyal Kürt renklerine hayat hakkı tanımayan bir Marksist totaliter yönetimdir.
Ve bağımsızlık ilanının ilk evresidir.
Kuzey Suriye’de PYD tarafından Mişel Temo gibi Kürt siyasetçi ve liderlere yönelik gerçekleştirilen suikastlar bu gerçeğin göstergesi.
Hâlihazırda Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Kuzey Suriye Kantonal Özerk Yönetimi mevcut durumda.
Yakın dönem hedefi ise Türkiye’deki özerk PKK şehirlerinin, önce Kuzey Suriye Özerk Yönetimi’yle entegrasyon kararı alması, sonrasında ise Irak Bölgesel Yönetimi ile mutabakat zemininde birleşmeleridir.
Türkiye açısından sorun, özerklikten bağımsızlığa giden sürecin kabul edilebilir olup olmadığıdır.
2- Çözüm sürecinden geri dönüş stratejileri:
Çözüm sürecinde mevcut askeri/siyasal/sosyal ve ekonomik PKK kazanımlarından sonra tekrar güvenlik politikalarına dönmek mümkün görünmüyor.
Kaldı ki bu aşamadan sonra güvenlik politikalarının, devlet ve PKK dışı Kürtler açısından çözüm süreci öncesi pozisyonu geri getirebilmesi de mümkün değil.
PKK kritik eşiği aştı.