Müzakere mi 'içten pazarlık' mı?
Yavuz Baydar 01 Ocak 1970
Bahardan yaza geçilirken, cumhurbaşkanlığı yarışında peşrev faslı sona ererken, Kürt ağırlıklı bölgede eskiyi andırır şeyler oluyor. Yol kesmeler, operasyonlar, direnişler, 'eylemlilikler', kalekol inşaatlarına kitlesel itirazlar, çatışmalar hız kazandı.
İktidarın kayıtsız şartsız şakşakçılarına bakılırsa, bu kez de 'PKK düğmesine basıldı.'
Olması gerektiği gibi, 'yeni Türkiye' denilen manzaraya uygun, toplumu ikna ederek ilerlemeyi amaçlayan bir müzakere süreci mi bu yoksa şüpheleri çoğaltan bir 'içten pazarlık' durumu mu?
30 yılı aşkın süredir acı ve kan bitecek umuduyla, bahtsız Kürtler’in bir gün eşit ve özgür olacağı beklentisiyle hadiseleri izleyen bir gazeteci olarak, derin şüphe ve endişelerim var.
Çünkü bunca olumlu işarete rağmen, tarafların hâlâ birbirine asgari güveni dahi duymadığını görüyorum.
Aslında Lale Kemal'in yazdığı gibi, 'Bu hükümetin ekonomik olanaklarını bölgede yaygın yatırım haline dönüştürmesi, ordunun isteksiz de olsa Kürt açılımında Erdoğan’ın siyasi manevra alanını genişletmesine izin vermiş olması, Kürtler’in 1,5 yılı aşan silahsız ortamın kendilerine yarattığı ekonomik fırsatlardan artan biçimde faydalanmak istiyor olması gibi temel faktörler sorunun çözümünde Türkiye tarihinde yakalanmış en iyi fırsat olarak karşımızda duruyor.'
Evet. Ama karşımızda, 12 yıllık yönetim süresinin ikinci yarısını gönüllü müttefiklerinin hepsini eze eze merdiven basamaklarını çıkmış, sadece kendi tabanına yontmuş, siyasetine dışarıdan umutla destek verenleri 'işi bittiğinde' ortada bırakmış, iktidarı halka paylaştırmak yerine kendinde toplayan bir Macchiavelli var.
O yüzden, Nuray Mert'in tespitinin de şaka götürür tarafı yok:
'İktidar ‘barış süreci’ni rehin almış ve bunun üzerinden Kürtler’le pazarlığı habire kendine yontma peşinde. Pazarlığın son kozu ise cumhurbaşkanlığı seçimleri! ‘Kürt annelerin sesine kulak vermek’ diye ileri sürülen, aslında Kürtler’e karşı kurgulanan, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iktidar partisiyle ortak davranma baskısı. Bir yandan iktidar sözcüleri, diğer taraftan iktidar lojistikçisi kalemler, bir süredir bu hususu öne sürüyor; Kürtler’e cumhurbaşkanlığı seçimi için ‘Akıllı olun’ çağrısı yapıyor.'
BARIŞIN ALTINDA HUKUKİ ZEMİN YOK
Bir buçuk yıl oldu, ortada ne bir yol haritası var ne takvim ne de somut denebilecek reform adımları.
Tek olumlu boyut, ölümlerin durmuş olması.
Ama istenen barışın altında hâlâ hukuksal zemin yok.
İlke yerine faydacılık üzerine kurgulanan süreçlerden kalıcı bir şey çıkmaz.
Son günlerde Başbakan'ın öfke dilinin hedefine yeniden HDP-BDP oturdu.
İyi de oldu.
Bu sayede HDP Genel Başkan Yardımcısı Sırrı Süreyya Önder'den kapalı kapılar ardında neler olduğunu öğrenme imkanı buluyoruz. 1 aydır heyetler arası görüşmeler yapılmaktaymış ve bunlara Efkan Ala, Bekir Bozdağ ve Beşir Atalay gibi kilit bakanlar da katılıyormuş.
Selahattin Demirtaş haklı olarak uyarıyor: “Bu meseleyi Türk ve Kürt halkının bilgisi dışında çözmek mümkün değil. Halk neler olduğunu bilmeden bu süreç yürümez. Ama bakıyoruz masada başka konuşuyorlar, mikrofonların önünde bambaşka. AKP heyeti bize hazırlık yaptıklarını söylüyor. Erdoğan ve Arınç ise çıkıp ‘Hayır böyle bir şey yok’ diyor. Hangisine inanacağız? Görüşmelerin şeffaf olması ve kamuoyuna bilgi verilmesi gerekli. İkircikli tutumdan kaçınılmalı. Yoksa bu süreç tıkanacak.”
Önder'e göre hükümetin 'ev ödevi' belli:
'Terörle Mücadele Kanunu’nda süreci engelleyici maddelerin temizlenmesi, geri dönüş için yasal çerçevenin hazırlanması ve Öcalan ile müzakerelere resmi nitelik sağlanması.'
Bunların hiçbirinin ağustostan önce, göstermelik bazı adımlar dışında gerçekleşmesi mümkün değil.
O nedenle kimse heyecanlanmasın.
Bu bir orta oyunudur. Sahne zemini çok oynaktır.
Devamı da Erhan Başyurt'un yazdığı gibi, 'kontrollü gerginlik' halinde sürüp gidecek, gücü arttıkça artan muktedirin elinde bu süreç rehin olarak kalacaktır.