Şahabettin Ovalı
Yamantürk 01 Ocak 1970
Popüler kültürün gayrimeşru çocuğu televizyon dizileri, ekranları adeta işgal etmiş durumda. Hangi kanalı açarsanız açın bir biri ardına yayınlanan, yeni bölüm olmazsa özet ve tekrarlarıyla adeta “dayatılan” diziler karabasan gibi çöküveriyor üzerimize.
Kimi “Kurtlar Vadisi” fanatiği olmuş, kimi “Elveda Rumeli” ile gözyaşı döküyor. Benim –ve tahmin ediyorum pek çok Ülkücünün- tercihi ise başka:
PARMAKLIKLAR ARASINDA
Yanlış anlamayın senaryosundan ya da konusundan dolayı değil. Tamamen mekânından kaynaklanan bir ilgi bu. Zira bu diziye set olan mekân Kara Eylül fırtınasının sonrasında pek çok Ülkücü’nün zorunlu ikametgahı olmuştur.
SİNOP CEZAEVİ
Zindan olarak tarihi Selçuklu dönemine kadar dayanır Sinop Cezaevi’nin. İlk defa M.Ö 2000’ de yaşayan yerli kavim Gaşkalı’ lar zamanında kurulan Sinop Kaleleri, Grek, Pontus, Roma, Bizans, Selçuklular ve Osmanlılar devrinde daha da büyütülmüş ve İç Kale adı verilen hapishanenin bulunduğu alan ise 3 Ekim 1214 yılında Sinop’u zapt eden Selçuklu sultanı İzzettin Keykavus tarafından yapılmıştır.
Ne idamlar, ne sürgünler görmüştür bu zindan. Pek çok filme, kitaba, şiire, şarkıya konu olmuş, Refik Halit KARAY’ dan, Necip Fazıl KISAKÜREK’ e varana dek pek çok ünlüyü ağırlamıştır parmaklarının arkasında.
Ünü “firar etmek imkansız” olarak yayılsa da 1914 yılında Sinop’a sürgün edilen Mustafa Suphi Rusya’ya, Ahmet Bedevi KURAN Sivastopol’a, Sandıkçı Şükrü ‘Sinop kalesinden denize uçarak” Rize’ye kaçmıştır. 1948 yılında Arap Kadir, 1969 yılında ise Emin ALADAĞ kaçmayı başarmıştır denize karşı dimdik duran Kale’den, Kale’nin heybetini bozan Cezaevi’nden.Ve idamlar..
Tam dört kez idam sehpası kurulmuştur bu cezaevinin avlusuna. İlk idam, 1971 yılında Vanlı Nurettin KAHRAMAN ile yaşanmış. Aynı yıl Kızıltepeli Cemil YILDIZ, Taşköprülü Mustafa Türkoğlu da darağacında can vermişlerdir.
Sinop Cezaevi’nin gördüğü son idam ise hepimizin yakından tanıdığı bir isimdir:
Balıkesir’li Şahabettin OVALI.
Şahabettin OVALI’ nın Sinop Cezaevi’nde yaşadıkları, Avukat Eşber YAĞMURDERELİ tarafından “Bir Şafak Vakti Öyküsü” adıyla senaryolaştırılmış ve tiyatro gösterisi olarak pek çok yerde sunulmuştur.
Eşber YAĞMURDERELİ’ nin anlatımına göre bir gün Şahabettin OVALI ona "Hocam Samsun Cezaevini hatırla. Ben orada sağcılarla kalıyordum. Bir şey bildiğimden değil, gelenim gidenim olmadığı için. Sen de oradaydın. Bir gün bana silah getirdiler. Seni öldürmemi istediler. 'Kendini ispat et!'dediler Para ve rüşvetle seni kaçırırız dediler. Hocam ben kabul ettim. Sen revire ya da ziyarete giderken seni düşürecektim.. Ama sen o bir iki gün içinde Trabzon Cezaevi'ne sürgün oldun. Olmadı. Bu işe çok yandılar ve aynı gün beni yemek ortaklığından çıkardılar."
Oysa solun ajitasyon ve propaganda malzemesi olarak kullandığı Şahabettin OVALI’ nın hikayesi bambaşkadır. Şahabettin OVALI bir kan davasından dolayı girdiği demir parmaklıklar arkasında Balıkesir Cezaevin’ de tanıştığı Ülkücüler vesilesi ile ÜLKÜCÜ HAREKET ile tanışmış ve Ülkücü olmuştur.
Eşber YAĞMURDERELİ’ nin tamamen hayal mahsulü olarak dramatize ederek aktardığı “Şahabettin OVALI’ nın büyük sırrının” aslını ise Ülkücü Hareketin bayrak isimlerinden Yusuf Ziya ARPACIK “BAŞEĞMEDİLER” adlı kitabında şöyle anlatmaktadır:
“Şahabettin’in kurtulmak veya en azından biraz daha süre kazanmak için bir fikri vardı. Şayet hapishanede birini vurursa açılan yeni mahkeme sayesinde bir müddet daha idamı uzayacak ve muhtemelen çıkacak bir afla kurtulacaktı. Eşber YAĞMURDERELİ isminde örgüt davalarından tutuklu namlı bir avukat vardı. Örgütçü âmâydı. Onu vurmayı teklif etti.
- “Gözleri görmeyen birini vurmak sana yakışmaz kardeşim.”
Evet ortada Eşber’ e yönelik bir eylem fikri söz konusudur ancak bu yönlendirme Eşber’ in deforme ederek aktardığı gibi Ülkücülerin yönlendirmesiyle zuhur etmemiştir.
Aksine kaderin garip tecellisine bakın ki, Eşber aslında hayatını, ağzını her açtığında kinini kustuğu Ülkücülere borçludur. Çünkü o gün Şahabettin OVALI’ ya gayet mantıklı gelen bu eylem fikrine Yusuf Ziya ARPACIK: “Gözleri görmeyen birini vurmak sana yakışmaz kardeşim.” diyerek engel olmuştur.
Solun en büyük silahıdır propaganda ve ajitasyon. Ve bunun için ölülere bile iftira atmaktan çekinmezler. Tarihleri bu tür namussuzluklarla doludur. Yeri gelmişken söylemek gerekir; Mustafa KUSEYRİ olayını buna en güzel örnektir.
Bakın Hasan CEMAL bu olayı nasıl anlatıyor:
“1970 baharıydı. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Koşa koşa dergiye geldim. Adakale Sokak'taki Devrim bürosuna. Doğan Bey, her zamanki gibi kesif sigara dumanlı, küçücük odasında çalışıyordu. Ağzının bir kenarından hiç eksik olmayan Samsun cigarasını tüttürürken: "Bak Hasan" dedi gözlüklerinin üstünden bakarak, "Kuseyri'yi faşistler öldürmedi. Bir arkadaşı kazayla vurmuş..."
…..
Şahabattin OVALI’ ya gelince. O’ nu yine ilk elden, yani Yusuf Hoca’nın kaleminden okuyalım:
“ Bir gün bahçe de volta atarken Şahabettin bana dönerek;
- Hoca, belki yakında idam olacağım ama gözüm arkada kalmayacak... Çünkü ben Ülkücü kardeşlerim sayesinde, kendimi yeniden buldum... "Bir ben vardır bende benden içerü" demiş Yunus, bende o beni buldum... Artık huzur içindeyim rahatladım... Ülkücü Harekete minnet borçluyum...”
İşte solun bayraklaştırdığı, adına hikayeler yazıp propaganda malzemesi yaptığı ŞAHABETTİN OVALI böylesi bir insandır.
Ve 12 Haziran 1982 günü Sinop Cezaevinin avlusunda asılarak idam edilmiştir.
Yusuf Hoca’ nın şahadetiyle : “Şahabettin Ovalı , hapishanede ülkücü olmuş imanlı ihlaslı ve dürüst bir arkadaşımızdır.”
Mekânı cennet, ruhu şâd olsun…