« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

16 Haz

2014

Musul rehine krizi ve acı gerçekle yüzleşmek...

Erhan Başyurt 01 Ocak 1970

Musul Konsolosluğumuza baskın ve 49 Türk personel, 3 eş, 2 bebeğin rehin alınması, dış politikada yalnızlaşmasının Türkiye’ye faturasının ne kadar ağır olduğunu da gösterdi.

“Dünyanın ne dediğine bakmaksızın YouTube’u, Facebook’u kapatacağız” yaklaşımı yerini uluslararası destek arayışına bıraktı ama nafile…

Gezi olaylarının arkasında olmakla itham edilen Almanya’nın Başbakanı Merkel aranmak zorunda kalındı.

ABD Başkanı Obama ile görüşülemedi bile...

Türkiye’nin bölgede “güçlü istihbarat ağı” kurduğu da, Irak Sünni liderleri ile çok güçlü ilişkilere sahip olduğu da “gerçek dışı” çıktı.

Ülke ateş çemberine döndüğü halde, çatışma bölgelerine “7 ila 10 bin arası Türk”ün gitmesine neden izin verildi?

Neler olduğundan habersiziz

Tahliyeyi bırakın, Türkiye bölgedeki Türkler’in gerçek sayısını bile “3 bin fark” ile açıklıyor.

İstihbaratınız vardı madem, konsolosluğumuz personeli hiç değilse bebek ve kadınlar neden tahliye edilmedi?

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 24 Nisan 2012’de BUGÜN Gazetesi’nde manşet olan demecinde güçlü istihbaratımıza atfen “Suriye’de köy köy ne yaşandığını biliyoruz” diyordu.

Ortaya çıktı ki, bırakın köyü koca ülkede neler olduğundan bile habersiziz.

Hani MİT, bölgedeki tüm örgütleri takip ediyor ve içinde adamlarımız vardı?

IŞİD de bölgede Esed karşıtı örgütlerden biri değil mi?

IŞİD elemanlarını tedavi bile ettirmişiz.

Iraklı Sünni grupların hamiliği gibi o da boş bir iddiaymış.

Madem bölgeye hakim değildik, ABD ve Batılı ülkelerin “El Kaide” uyarıları neden kulak arkası edildi?

Tarihin en itibarsız dönemlerinden biri

Türkiye, Suriye ve Mısır politikaları ile yok yere bölgesinde kendisini yalnızlaştırdı.

Suudi Arabistan’ı bile küstürmeyi başardık!

Sisi’yi devlet olarak madem sonradan “tebrik” edecektik, neden Mısır ve Suudi Arabistan’ı karşımıza aldık?

Türk dış politikası maalesef Cumhuriyet tarihinin en itibarsız dönemlerinden birini yaşıyor.

Ekonomik ve teknolojik imkânlarımız bu kadar gelişmişken, dış politika kabiliyetimizin bu kadar daralması mantıkla izah edilemez.

Suudi Arabistan’ın Bağdat’ta diplomatik temsilciliği İran etkisindeki Şii yönetimleri protesto amacıyla bulunmuyor.

Suudi Arabistan’ın Sisi’yi desteklemesinde de Mursi’nin İran’la 20 yıllık buzları eritmesinin rolü bulunuyordu.

IŞİD’in “Vehhabi ve Selefi” çizgisi gösteriyor ki, Suudi Arabistan Irak’taki gelişmelerden de bihaber değil.

Türkiye, Ortadoğu’nun en önemli dört oyuncusundan Suudi Arabistan ve Mısır’ı karşısına alıp, İran’la yola devam etmeyi tercih etti.

Dokusuna ters bir ittifakta ısrar ediyor…

ABD ve AB’yi de demokrasiden uzaklaşarak kırdığı için “değersiz yalnızlık” yaşıyor.

Uluslararası camiayı yok saymanın, dış politikada kırıcı ve sert dil kullanmanın, dış politikayı iç politika
malzemesi yapmanın bedeli ağır ödeniyor.

“Bölgesel güç değil, küresel oyun kurucu olmak istiyoruz”, “Türkiye’den habersiz bu bölgede yaprak düşmez” tarzı “kibirli ve yersiz” çıkışlarla bir uçurumun kenarına getirilmiş durumdayız…

Yurtdışındaki vatandaşlarını o ülke liderlerine tek tek şikâyet edip faaliyetlerinin engellenmesi talebinde bulunan hükümet, farkında olmadan tüm Türk vatandaşlarını da değersizleştiriyor.

Suriye Kürdistanı’na bile yeşil ışık yakıldı

Onları korumak bir yana yurtdışında hedef haline getiriyor.

Türkiye’nin bir diğer açmazı da “güç testleri”nin hepsinde sınıfta kalması…

Çuval hadisesi, F4’ün düşürülmesi, Mavi Marmara baskını…

Hepsi sineye çekildi.

Irak Kürdistan’ı ve Kerkük “kırmızı çizgimiz” dendi, Suriye Kürdistanı’na bile yeşil ışık yakıldı.

Libya’da operasyona karşı çıkıldı, ardından parçası haline gelindi…

Esed ve Sisi konusunda da geri adımlar atıldı.

Asla vazgeçmeyiz denilen “4 şartımız” ortada dururken, İsrail’e teşekkürler yağdırıldı.

Bir dönem çok nadir sertleşen dış politika dili “Türkçe konuşmak” olarak nitelenir ve “caydırıcılık” kabul ediliyordu.

Gelinen noktada, her gün sarf edilen sert dış politik söylemlerimiz “etkisizlik” olarak algılanmaya başlandı.

İçeride “şahin” dışarıda “güvercin” bir ülkeye dönüştürüldük.

Musul krizi, Türkiye’nin dış politikada yenilenmeye, dış istihbaratta yeniden yapılanmaya, bölgesinde uzmanlaşmaya, imkânlar ve kabiliyetleri arasında denge kurmaya ve dış politikayı iç politik malzeme yapmaktan uzaklaşmaya ihtiyacı olduğunun açık resmidir.

Benzer onur kırıcı felaketlerle yüz yüze gelmemek için dersler çıkarılmalı, ibret alınmalıdır…

Ziyaret -> Toplam : 125,26 M - Bugn : 15866

ulkucudunya@ulkucudunya.com