Despotizmin tükenişi
Ekrem Dumanlı 01 Ocak 1970
HES projesi yüzünden köydeki sularının kirletildiğine ve kurutulduğuna inanan köylüler, jandarmanın karşısına çıkıyor ve demokratik tepkilerini ortaya koyuyor.
Ne yazık ki sert bir müdahale yapılıyor, yaşını başını almış o sade insanlar yerlerde sürükleniyor. Siyasî bir gösteri değildi bu. Rize'nin bir köyünde sade bir hayat süren halkın kendi hakkına sahip çıkmasıydı. Başı yarılan, gözü moraran oradaki insanları temsilen Havva Hanım açıklamalar yaptı. Moraran ayağını gösterirken, dövülen yakınlarını anlatırken onurlu bir duruş sergiliyor; daha ötesi, devletin varlık gayesini sorguluyordu. Başbakan Erdoğan'a ve diğer yetkililere ağır eleştiriler yöneltiyor, hakkını helal etmeyeceğini söylüyor ve sitemlerde bulunuyordu. İnsan değişiyor, toplum değişiyor; bu değişimi fark etmeyeni zor günler bekliyor.
Devleti yönetenler, bir oyun parkını yıkmaya gelen dozerin karşısına sandalyesini çekip oturan 75 yaşındaki Kıymet teyzeyi gördüğü an, kendine çekidüzen vermeliydi. Elindeki tesbih ve dudaklarındaki dua ile Edirne'de karşılarına çıkan o teyzeyi anlayabilselerdi, Rize'de Havva abla ile karşılaşmazlardı.
İşte Amasya. Hiçbir siyasî saplantısı ve beklentisi olmayan vatandaşlar Amasya'da bir direniş sergiliyor günlerdir. Yıllardır iç içe oldukları mesire yerinin benzin istasyonu yapılmasına karşı çıktılar ve haklı bir mücadeleye imza attılar.
Sadece 'çevre duyarlılığı' değil mevzu. Hemen her alanda vatandaşa demokratik bir cesaret geldi. Sivas'ta bir eğitim kurumuna haksız baskınla kanunsuz sorgulama yapmaya teşebbüs eden müfettişleri zikirmatikli analar püskürtmüştü. Aynı ibretamiz tabloyu Gaziantep'te gördük. Müfettişleri sorgulayan öğrenci velisi adeta bir hukuk profesörü gibiydi. Daha geçenlerde Bodrum'da benzer bir hadise yaşandı. Özel Marmara Koleji'nde çocuklara ideolojik sualler yönelten devlet görevlileri çok sayıda öğrenci velisini karşısında buldu. Veliler hem kendi haklarını savundu hem demokrasinin devlete çizdiği haddi bir daha işaretledi.
Geçen hafta boyunca bir ailenin feryadını neşrettik. Genç yaşta adım adım intihara sürüklenen bir polis memurunun, Emirhan Niyazi Paçacı'nın babası, devlet zırhına bürünmüş zulmün nasıl korkunç bir olaya sebep olacağını anlatıyordu. O gün bugündür ne Emniyet Genel Müdürlüğü'ndeki sorumlu kişiden bir ses çıkıyor; ne İçişleri Bakanı Efkan Ala'dan. Binlerce polis memuru ve amirini oradan buraya sürerken ve anlamsız suçlamalarla soruşturma açarken bunun hukuk devletinde bir gün hesabının sorulmayacağını mı düşünüyorlar acaba? Yazık değil mi insanları intihara sürüklemek! Bir baba ve annenin gözyaşları içinde naklettiği o zulmü yapmaya kimin hakkı var? Görmüyor musunuz devletin her yaptığını kutsayan o eski vatandaş modeli iflas etti; o müflis dayatmanın yerine hakkını arayan ve hukuk bilincine sahip vatandaşlar geldi.
İnsanlar Ali İsmail'in ölümünü unutmuyor; unutmayacak da. Berkin Elvan'ın ölümünü de unutmuyor; zira ölüme sebep olanların hukuk karşısında hesap vermesini bekliyor. Muhsin Yazıcıoğlu'nun şahadeti üzerine örtülmeye çalışılan o kara şalı kim kabullenebilir? Kimin ihmali ya da suçu varsa (ki bu konuda somut şüpheler mevcut) ortaya çıkarılmalı ki toplum vicdanı rahat edebilsin. O vicdanlar sükun bulmadıkça devlet, asli görevini yapmış sayılmaz. Uludere'nin bir türlü unutulmamasının sebebi de insanımızın devlete bakışındaki değişimdir. F-16 uçaklarıyla 34 kişinin öldürülmesine kim emir verdi, kim istihbarat sağladı, kim bombaladı sorularına hâlâ cevap verilmedi. Unutuldu mu? Hayır. Kıyamete kadar da unutulmayacak; çünkü mahkemeler sümen altı etse de vatandaş haksızlığın peşini bırakmayacak. Soma'da 301 madencinin ölümüne isyan edenlerin asli yekûnu sade vatandaştır ve eleştirinin merkezinde kendi görevini tastamam yapmayan devlet mekanizması bulunmaktadır...
Devlet eskisi kadar insanların yüreğine korku salamıyor. Salamaz da! Zira her geçen gün yaygınlaşan bir şuurla toplum şu gerçeği keşfediyor: Devlet insan içindir, toplum içindir. Devleti yönetenler halktan toplanan vergilerle emniyeti temin etmek, yasalar çerçevesinde adaleti sağlamak ve yol-su-elektrik gibi hizmetleri ifa etmekle sorumludur. Yani asıl patron vatandaştır; siyasetçi demek emanetçi demektir. Yaptığı hizmeti kimsenin başına kakamaz, hiç kimseyi aşağılayamaz. Halkın oylarıyla seçilir, halkın parasıyla hizmet verir ve halkın denetimine tabidir. Tam da bu nedenle hiçbir devlet yöneticisi halkın tamamına ya da bir bölümüne ayrımcılık yapamaz, evrensel hukukun dışına çıkamaz, yasaları çiğneyemez, vatandaşına zulmedemez.
Günlük siyasî keşmekeşin haşin dili, ölçüsüz üslubu ve hak tanımaz tavrına bakanlar despotik bir dönemin başında olduğumuz zannına kapılabilir. Oradan bakınca haksız da sayılmazlar. Lakin, meseleye bir de değişen insan ve özgürleşen toplum penceresinden bakmak gerekiyor. O perspektiften baktığınızda göreceksiniz ki hiçbir zulüm kalıcı olamayacak ve yeni insan gerçeği hakperest bir sistemi yöneticilere icbar edecek. Yani istikbalde despotlara yer yok...
Ne yazık ki bazıları son dönemde yönetmeyi, keyfi kararlar almak, insanları sorumsuzca suçlamak, hayali suçlar ihdas etmek, her kitleye ayrı ayrı ve sürekli hakaret etmek, her halükarda nefret dili kullanmak sanıyor. Yanılıyorlar. Artık her fert ve her kitle, kendi hakkını müdafaa edecek kadar demokratik bir şuur ortaya koyabiliyor. Edirne'de, Rize'de, Antep'te, Adana'da, Diyarbakır'da, İstanbul'da insanlar devlet zorbalığına boyun eğmiyor; eğmeyecek de! Belki de ilk defa bu ülke temel hak ve özgürlüklerin sade vatandaş tarafından yürekli bir şekilde savunulduğu yeni bir döneme girdi. Belki de ilk defa 'kutsanmış devlet' mazeretiyle örülen suni korunaklar yıkılıyor ve halkın her kesimi, mazlumlar dayanışmasına örnek olacak çapta 'isyan ahlakı'nı keşfediyor. Toplumdaki demokratik hukuk devleti arayışlarını fark edemeyen her yönetici kendi adını tarihe zalim diye kaydettirecek; üstelik hem bu dünyada hem öbür alemde rezil rüsva olacak...
PANORAMA
Hükümet yetkilileri (özellikle de Dışişleri) resmen suç işliyor. Dünyanın dört bir yanına gidip Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını o ülkeye şikâyet ediyor; hatta sınır dışı edilmeleri için listeler veriyor. Suç ne? Mahkeme kararı nerede? Bir devlet kendi vatandaşını ispiyonlar mı? Tarih boyunca affedilmeyecek büyük bir vebal, eşi benzeri görülmemiş bir ayıp. İşin ahlakî boyutu ortada; peki hukukî gerekçe nerede? Ortada kocaman bir ego, anlamsız bir öfke var sadece. İsmi yabancı ülkelere verilen kişiler sizden uluslararası hukuk yoluyla şikâyetçi olursa kendinizi nasıl savunacaksınız? Ayrıca bu milletten utanmayacak mısınız? Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilgili yapılan “iade talebi” gibi kindar girişimler de hukuken suç; zira ortada yargı kararı da yok, somut suç da. Hiçbir dönemde iç politik öfke, devlet aklını bu kadar esir almamıştı...
Hükümete destek verebilmek için her türlü muhakeme usulünü ayaklar altına alanlar hafta içinde basın tarihine geçecek bir fikir (!) geliştirdi. Neymiş PKK tarafından 16 gündür kesilen yolu haberleştirmek, örgüt propagandası yapmakmış. Biri bunları işletiyor sanmıştım. Aynı tezi bir daha yazmazlar mı? Amuda kalkmış fikrin gördüğü manzara bu olsa gerek. Bir ülkede bir karayolu 16 gün kesilirse bu haberdir. Bunu gazetesinde, televizyonunda görmeyenlerin hangi mesleği yaptığını bilemiyorum. Neyse ki geçenlerde Başbakan Erdoğan da konuşmasında yol kesmelerine değindi. Ne oldu şimdi? O da mı PKK propagandası yapmış oldu? Başbakan konuşunca mı olay haber değeri kazandı? Yapmayın; bu kadar komik duruma düşmek zorunda değilsiniz arkadaşlar.