IŞİD’in mezarlarla savaşı
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Musul’u ele geçiren IŞİD’in, uyulacak kurallara dair yayımladığı genelgenin bir maddesi toprağın altındakilere dair: Mezar ziyaretleri artık yasak ve türbeler yıkılacak.
Musul’u ve çevresini ele geçirerek ve Bağdat’a doğru ilerleyerek dünyayı ayağa kaldıran bir silahlı örgüt, yaşayanları bırakıp ölülerle neden uğraşır? Ölülere karşı ilan edilen bu savaş, uzun süreceği anlaşılan bir mezhep savaşının temel akslarından birini gösteriyor. Şii lider Mukteda es-Sadr IŞİD’in yıkma tehdidinde bulunduğu türbeleri koruma yemini ediyor. Bağdat’ın 70 km kuzeyindeki Samarra kenti, 12 imamdan ikisinin mezarına ev sahipliği yaptığı için, başlayan iç savaşın stratejik mevkilerinden biri haline geliyor.
Bizim terk edeli henüz üzerinden bir asır geçmeyen Musul ve civarında, IŞİD’in yıkacağı mezarlarda yatanların bir kısmı bizim ceddimiz. Sadece konsolosluk görevlilerine değil, mezardaki ölülere de sahip çıkmamız gerekiyor.
IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi, sadece Irak ve Suriye’yi kapsayan geniş çaplı bir iç savaşın ve bölgede dengeleri değiştirecek gelişmelerin başlangıcından ibaret değil. Mezarların yıkılması, geçmişin, yani tarihin sıfırlanması demek. Bizden sonraki kuşaklara miras bırakacağımız kalın bir dosyanın ilk sayfası yazılıyor. Geleceği işte bu mezar, yani tarih düşmanlığına anlam vererek okuyabiliriz.
IŞİD’in mezar düşmanlığı, Suudi Arabistan merkezli Vehhabiliğin karakteristik özelliklerinden biri. Selefilik, İbn Teymiyye’den (ölümü: 1328) ilham alan Muhammed bin Abdulvehhab’ın (1703-1791), Arap yarımadasında yaygın olan mezhebine verilen isim. Bu mezhep aslında çok basit, ancak keskin bir din yorumuna dayanıyor. Üç maddede özetlenebilecek bu prensiplerden ilki, Kur’an’ın mecazî yorumlarını reddedip, lafzî yani literalist yorumunu esas almak; ikincisi Peygamber’den sonra hiç kimsenin sözünü dinî delil olarak benimsememek ve son olarak “ameli imandan bir cüz” kabul etmek. Sonuncusu, ameli eksik olanı, yani farzları yerine getirmemeyi kâfir ilan etmeyi getiriyor. Böylece “el-emru bi’l maruf ve’n-nehyi ani’l-münker”in muhatabı, Selefilerin kafir ilan ettiği Müslümanlar oluyor. Selefi anlayışa dayalı El Kaide ve IŞİD gibi örgütlerin bol bol Müslüman kanı dökmeleri bu yorumun sonucu. Mezar ve türbe düşmanlığı, İslâm’ın tasavvufî yorumlarını reddetmenin eseri. Bu yorumların sonucunda özellikle Cihatçı Selefilik, farklı İslâm anlayışlarına -hepsini kafir ilan ederek- savaş açan, tahammülsüz ve şiddeti zarurî bir araç olarak kullanan bir İslâm anlayışını temsil ediyor. Keskin bir Haricî yorumu bu.
Mezar düşmanlığı, yani ölülere açılan savaş aslında pek parlak görünmeyen geçmişe duyulan öfkenin eseri. Tarihe düşmanlığın en kestirme yolu. Tarihte yaşananlar hayal kırıklıkları ile dolu olunca, yaşanmış bir altın çağa yani “selefe” geri dönmek, en kolay kaçış yolu oluyor. Selefiliğin kurucusu olarak bilinen İbn Teymiyye’nin Bağdat’ın 1258’de Moğollar tarafından yakılıp yıkılmasını gören biri olması tesadüf değil. Mezhebin kurucusu Muhammed bin Abdülvehhab’ın mesajının “bedavet ve vahşet” halindeki bedeviler arasında kabul görmesi aynı şekilde anlamlı.
Selefi ideoloji, tarihsizliği ve çok kötü olan şartları bir hamlede aşmayı, köksüzlüğü iman haline getirerek mümkün kılıyor. Bu ideolojinin kurucu ve barış vaat eden bir özelliği yok. Radikal İslamcılığın muhalif karakterini sert ve tavizsiz bir şekilde diğer mezhepler karşısında bir mevzide topluyor. Tepkileri derliyor, arkasına alıyor; ama hiç kimseye bir gelecek vaat etmiyor. Mezar yıkıcılığı ve hatıralara saygısızlık, geçmişe duyulan bu öfkenin sonucu. Dayanacakları bir tarihi olmayanlar, mezarları yerle bir ederek geçmişe sünger çekip kendilerince bir intikam alıyorlar. Ya barış, ya birlikte yaşama, bir medeniyet inşa etme çabası?
Mekke’ye Medine’ye gidenler, kutsal yerler dışındaki bütün mekânların en fazla on yıllık olduğunu düşünür. Kökü olmayanın geleceği olur mu?
Tarihsizlik, her zaman talihsizliktir. Yaşayarak tekrar göreceğiz.