Çözümün temel şartı sürecin güvenliği
Gültekin Avcı 01 Ocak 1970
Bayrak provokasyonu sürpriz değildi.
Evvelce de PKK-DTP-BDP ekseninde bayrak indirme olayları yaşanmıştı hatırlarsanız.
Bu defa farklı olan neydi?
2. Hava Kuvvet Komutanlığı’ndaki yani hassas bir devlet kurumundaki bayrağın indirilmiş olması.
Tüm bunlar çözüm sürecini yanlış politikalara kurban etmenin sarsıntıları.
Başbakan bayrak olayının faturasını askeri yetkililere kesiyor.
Ama unutmamak gerekir ki, askeri yetkililerin tavır ve davranışlarını AKP’nin yürüttüğü çözüm siyaseti belirliyor.
Olayın hukuki sorumluluğu askeri yetkilileri ilgilendirse bile, siyasal sorumluluk AKP iktidarındadır.
“Çözüm” diye üzerine titreyerek büyüttüğünüz çocuğun güvenliğini sağlamazsanız, onu PKK’nın tokatlarına ve hukuksuzluklara karşı korumazsanız, o çocuk yaşar mı?
AKP, çözüm sürecini PKK’ya karşı korumayarak, süreci kendisi ateşe veriyor.
“Çözüm süreci” diyorsanız, önce bu sürecin güvenliğini sağlayacaksınız.
Oysa AKP çözüm sürecini hukuk ve demokratik sistem içinde yürütseydi, ilkeli davransaydı ve PKK’yı da çözüm sürecinin ruhuna uygun davranmak zorunda bıraksaydı bunlar yaşanmayacaktı.
Bölgede hukuk ve demokrasi askıya alınarak sürecin kaderi PKK’ya terk edilmeseydi bayrak skandalları da yaşanmazdı.
PKK çözüm tanımıyor
Güvenliğin olmadığı yerde demokrasiden ve özgürlüklerden bahsetmek mümkün değil.
Önce demokrasinin ve hukukun güvenliği sağlanmalı.
Temel hak ve hürriyetleri kullanabilmenin güvenliği garanti edilmeli.
Devletin bölgede hukuk ve demokrasiyi uygulama iktidarını PKK’ya terk etmesi, PKK’nın çözüm sürecine çökmesi sonucunu doğurdu.
Hukuk ve demokrasiyi bölgede ayakta tutamayan bir devletin Kürt sorununu çözebilmesi de mümkün değil.
İspanya tüm süreç boyunca ETA’ya karşı hukuku uygulamaktan bir an geri durmadı.
Ve İspanya’da ETA hâlâ terör örgütü.
3000 ETA mensubu hâlâ İspanyol cezaevlerinde.İngiltere’de sorun çözüldü ama IRA terör örgütü olmaktan kurtulamadı.
Kritik nokta şu ki; IRA ve ETA büyük ölçüde sorunun kendi örgütsel varlıkları dışında çözülmesine razı oldular.
PKK ise kendi silahlı varlığı dışında çözüm tanımıyor.
Böylece süreci kendi ideolojik ve örgütsel emellerinin gerçekleşmesi olarak görüyor ve bunu bölgede silahla dayatıyor.
Çözüm sürecini Kürt sorununu çözmekten çıkarıp, PKK’nın taleplerini tanıma kimliğine sokan paradoks tam da budur.
Zira Kürtler’in özgürlük talepleriyle, PKK’nın örgütsel talepleri birbiriyle ters orantılı.
PKK güçlendikçe Kürtler’in özgürlük standardı düşecek.
Kürtler özgür iradelerini güçlendirdikçe de PKK eriyecek.
Devletin Kürtler’in hak ve hürriyetini özgür iradeleriyle kullanabilmelerinin teminatı olabilmesi için, o bölgede hukuk ve demokrasi iktidarını kaybetmemesi gerekir.
Kürt sorununda çözüm sağlansa bile, bu çözümün garantörü devlet mi olacak yoksa PKK mı?
Kritik soru budur.
x x x x x x x x x x x x x
KCK Yürütme Konseyi üyesi Duran Kalkan’ın “HDP ve BDP temsilcimiz değildir” açıklaması, Öcalan ve Kandil arasında uyumsuzluk sinyalleri veriyor.
Evvelce de Murat Karayılan “İmralı’ya Kandil’den heyetlerin gidebilmesi gerektiği”nden bahsetmişti.
Karayılan geçen yıl nisan ayında Ertuğrul Mavioğlu’na verdiği röportajda şu çarpıcı ifadeleri kullanmıştı:
“İmralı ile kurulacak bir telefon hattı sonuç alıcı olmaz. Mesela bizden bir heyet İmralı’ya gidebilmeli. Madem anlaşacaksak olabilir. Kimse bize olmaz demesin. Nasıl buradan özel uçaklarla her tarafta aranan insanlar gidebilmişse, o da olabilir. Bu pazarlık konusu olmaz…”
Görünen o ki, PKK Öcalan’la görüşmeleri de kendi askeri tekeline almak istiyor.
Ve siyaseti aracı olmaktan çıkarmak, süreçte devletle yüz yüze muhatap olmak istiyor.
Karayılan’ın o açıklamasında “HPG’den bir heyet gitse” ifadesi böylece daha da anlamlı hale geliyor.