Türkiye'nin dış politik gücü
Gökhan Bacık 01 Ocak 1970
Ülkelerin “halklarını motive etmek” için güçlerini abartmaları faydalı olabilir ancak “abartıyı sınırsız yapmak” olumsuz sonuçlar üretir. Millet olarak abartmayı sevdiğimiz için Türkiye’nin dış politik gücünü de abartıyoruz.Türkiye kendi konumunda önemli ve uluslararası ilişkiler açısından orta büyüklükte bir devlettir.
“Kendi konumunda” demek Türkiye’nin coğrafyası, tarihi gibi nedenlerle uluslararası sistemde rol oynamasıdır. Bu açılardan Türkiye önemlidir ve çeşitli konularda yardımı gerekir.
“Orta büyüklükte devlet” demek ekonomisi, askeri gücü, üniversiteleri gibi açılardan orta seviyede bir güç olmaktır.
Türkiye ne değildir?
Birincisi, Türkiye “büyük güç” değildir. Büyük devletler dediğimiz ülkeler nükleer silahlara sahip olan, birkaç trilyon dolarlık ekonomileri olan ABD, Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkelerdir. Türkiye hiçbir kategoride büyük güçler ile yarışacak büyüklükte değil.
İkincisi, Türkiye “küresel bir güç” değildir. Küresel bir güç dünyanın her tarafındaki siyaseti etkileyen ve gerekirse tek başına karar alarak askeri gücünü kullanan ülke demektir. Mesela Türkiye, Çin ve Tayvan arasındaki krizde ortamı değiştirmek için bölgeye bir uçak gemisi gönderemez.
O zaman Türkiye nedir? Türkiye maddi güç imkanı açısından orta büyüklükte olan ve bazen de bölgesel güç özelliği gösteren bir ülkedir.
Mesela 2005 yılı civarında Türkiye neredeyse Ortadoğu’nun bölgesel gücü olmak üzereydi. Ankara, fiilen bölgeyi yönetir hale geliyordu. O dönem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a bütün dünya “bölgenin lideri” gözüyle bakmaya başlamıştı.
Şimdi Türkiye aynı konumda değil. Bölgesel güç olmak bir yana Mısır, Suriye ve İsrail ile ilişkimiz yok. Erdoğan’ın Avrupa seyahatleri bile eleştiriliyor. ABD Başkanı Obama ısrarla Erdoğan ile arasına mesafe koyuyor.
Rakamlara bakmak
Türkiye’nin temel sıkıntısı elindeki maddi güç imkanının kısıtlı olmasıdır.
Birincisi, makro düzeyde hâlâ ekonomimiz küçük. Mesela iş gücü sayısı yaklaşık olarak 11 milyon civarında olan Tayvan’ın yıllık ortalama ihracatı 300 milyar dolardan fazla yani bizim iki katımızdır. Üstelik ekonomik verilerimizi kişi başına göre hesaplamaya kalkınca bulunduğumuz lig daha da düşük oluyor.
İkincisi, dış politik araçlarımızın kapasitesi de zayıf. Mesela Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın 2014 bütçesi 2 milyar TL’den daha az. Halbuki ABD’nin sadece Harvard Üniversitesi’nin 2013 yılı bütçesi 4 milyar dolardan fazla!
Dolayısıyla Türkiye’nin hem makro hem sahip olduğu kurumların ekonomik verilerine göre “küresel bir güç gibi dış politika” izlemesini beklemek gerçekçi olmaz.
Askeri güç olarak ne durumdayız?
Fedakar insanlardan oluşmuş bir ordumuz olduğuna şüphe yok ama hızlı bir şekilde konsept değişikliğine gitmezsek savunma alanında çağı ıskalama tehlikesi ile karşı karşıyayız.
Hem küresel dengeler hem Ortadoğu’daki gelişmeler üç noktanın altını çiziyor:
Bir, asimetrik askeri yeteneği artırmak. Yanı başımızda IŞİD, El Kaide, Şebab gibi örgütler cirit atıyor. Bunlar daha epey burada kalacak. Öyle ise bu tehlikeye karşı bir savunma siyaseti belirlemek şart.
“Bunlar bize saldırmaz” diyenler El Kaide’nin Türkiye’de yaptığı eylemleri unutmuşa benziyor.
İki, hava savunma ve atak gücümüzü geliştirmek gerekiyor. Suriye olayındaki uçak/helikopter düşürme olayları bile bize bunu çok açık gösterdi. Peki, Türkiye’nin hava saldırı ve savunma sistemleri ne durumda? Türkiye’nin kaç atak helikopteri var? Türkiye’nin füze envanteri bize ne söylüyor?
Mesela, Türkmenler dahil bölgede bir sıkıntı ile karşılaşınca “nasıl olsa Türkiye gelir ve bunu bize yapanları pişman eder” diyen kaç grup var?
...
Dış politikada pasif olmak iyi değildir ancak imkanların ötesinde heyecan da doğru değildir.
Son söz: İyi günde ölçülü ol kötü günde temkinli!