Bölgenin yeni devleti
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
Suriye iç savaşının öngörülemeyen iki sonucundan biri ülkenin kuzeyinde oluşmakta olan Kürt siyasi entitesi, diğeri Irak ve Suriye üzerinde kurulmakta olan Selefi bir devlet.
Suriye’deki Kürt oluşumunun Irak’ın kuzeyinde kurulan Kürt federe devletine benzer bir seyir takip edeceğini düşünebiliriz. Irak-Suriye hattı üzerinde bir anda ortaya çıkan Selefi devlet ise yepyeni bir olgudur. Bölge ülkeleri bu yeni oluşumu öngöremediler. Türkiye ve İran Suriye’de vekalet savaşı vermekle meşgul iken müthiş bir siyasi aklı kullanan Suudi Arabistan yeni bir devletin zeminini hazırladı. İran’ı durduracak, Türkiye’nin bölgeye girişini kontrol altına alacak bir savunma hattı oluşturdu.
Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adıyla önce Musul’a girip 80 civarında Türk vatandaşını rehin alan örgütün giderek ülkenin kalbine doğru yürümekte olması herkesi şaşırttı. Başlangıçta Esed rejimini devirmek üzere ayaklanan muhalefete destek vermek üzere sahneye giriş yapan IŞİD’in kısa süre sonra En Nusra’yı da karşısına alarak özerk bir yapılanmaya gittiği, kendi adına hareket ettiği ve bölgede bir devlet kurmak istediği ortaya çıktı. IŞİD (Daiş)’in merkezi El Kaide ile ilişkili olup olmadığı tartışılıyor. Ancak bu saatten sonra bunun bir önemi kalmadı. Örgütü var eden fikriyat, itikad çerçevesi, politik vizyon ve kullandığı askeri yöntemlerin toplamına baktığımızda IŞİD’in El Kaide ile itikadi, askeri ve politik akrabalık içinde olduğu açıktır. Fakat IŞİD’in politik olarak El Kaide ile mi bağlantılı, yoksa bölge ülkeleriyle mi ilişkili olduğu pek net değil, pek önemli de değil. Referans çerçevesine bakıldığında Selefi-Vehhabi karakteri, kullanabildiği finansla kaynaklar, politik ve örgütsel önderliği IŞİD’in Arap yarımadası ve Körfez ülkelerinin rengini taşıdığı görülür.
IŞİD’in devleti Irak, Suriye, Ürdün, Filistin ve Lübnan’ı içine almaktadır. “Şam”dan anladığı Bilad-ı Şam’dır. Bu beş ülkede farklı din ve mezhep grupları yaşamaktadır. Nüfusun ağırlıklı bölümü Sünni olmakla beraber Şii ve Alevi/Nusayrilerin de hatırı sayılır nüfusları vardır. IŞİD, Şiilere ve Alevilere hayat hakkı tanımayı düşünmüyor. Fakat Selefi din yorumu dışında kalan Sünni mezhep ve grupları da tasvip etmiyor. Öyle olmakla beraber Irak-Şam devletinin potansiyel ahalisi Sünni kesimlerdir. Bu da bize gösteriyor ki yeni Selefi devlet, Irak ve Suriye’de Kürtler özerk- federatif homojen sınırlara çekilir; Şiiler Irak’ın güneyinde ve Lübnan’da tahkim edilir, Nusayriler de Suriye’de kendi bölgelerinde yeni bir istikrar bölgeleri kurarken ortada kalan Sünniler, yeni Selefi devletin koruyucu kanatları altına girmektedirler. Hakikaten 2003 Irak işgalinden ve 2011 Esed’le bağların kopmasından sonra Sünniler bölgede savunmasız, korumasız, bir tür sahipsiz kaldılar. Türkiye, Suriye ve Irak’ta temel bir yanlışın altına imza atınca, dini merkezi politikada meşruiyet ve motivasyon unsuru olarak kullanan İran ve Maliki yönetiminin Şii tahkimi karşısında Türk modelinin zerre miktarı şansı olamazdı. Türkiye Irak’ta Türkmen politikasında öteden beri işlediği bir hatayı her iki ülkenin Sünni nüfusu konusunda da tekrar etti. Türkmenlerin etnik kimliği üzerinden bir Irak politikası yerine bütün mezhep ve etnik grupların demokratik haklarını savunan bir politika izleseydi, hem belki Irak bu kaosa böylesine trajik hızla yuvarlanmaz hem de Sünniler bir mezhep asabiyetine sürüklenmezlerdi. İmkansız olan şey “laik bir devletin bölgede Sünni politika” takip etmesidir. Ya herkesi laik vizyona çağıracaksınız veya Şii ve Selefi yükselişe Sünni itikat ile karşı koymalısınız. Bu fonksiyonel olabilir, ama çatışma getirir. Doğru olanı mezheplerin üstünde ümmetin bütünlüğünü merkeze alan salt İslami vizyondur; mezhep ve etnik çatışmalarının panzehiri budur.
Ortada kalan Sünnilerin şimdiki yegane hamileri Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri oldular. IŞİD bu yeni oluşumun en kuvvetli enstrümanı ve politika aktörüdür. Maliki’nin “IŞİD’in arkasında Suudiler var” demesi üzerinden 24 saat geçmeden Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud ibn Faysal’ın “Irak’taki krize dış müdahaleyi kabul etmeyecekleri”ni açıklaması tesadüfi değildir.
Kısaca Türkiye ve İran, Suriye’de birbirleriyle boğuşurken hiç öngörmedikleri yeni bir Selefi devletle yüz yüze geldiler.