‘Siz Müslüman’sanız ben değilim’ noktasına evriliyoruz
Ahmet Kurucan 01 Ocak 1970
Gençlik yıllarımdan hatırlarım. Muhafazakâr küçük bir Anadolu kasabasında imrar-ı hayat ederken sol ideolojiye sahip hemşehrilerimizin kendi aralarında bölünüşüne şahit olmuştum.
Komünist, Sosyalist, Mao’cu, Lenin’ci vs.. Sol ideolojilerin temel dinamiklerini bilmediğim için de son tahlilde fikre ve zihniyete dayalı bu ayrılıklarına bir mana veremezdim. Bazen kendi aralarındaki tartışmalar öyle noktaya varırdı ki vardıkları yer sokak kavgaları olurdu. Ve ardından kulaklarıma küpe şu meşhur söz: “Eğer o solcuysa ben değilim.”
Zihnimde yer eden bu hususu aktarmamın sebebi; benzeri bir yaklaşımın içinde yaşadığımız zaman diliminde Müslümanlık için söylenecek olması. “O Müslüman’sa ben değilim” derse bir insan, inanın hiç şaşırmayacağım. Detayına geçmeden hemen iki şeyin altını çizeyim. Bir, bu sözün Müslümanlık ve Müslümanlığımız için söylenecek olması, yoksa İslâm için değil. Çünkü yanlış, hata ve kusur bizlerde, İslâm’da değil. Baksanıza Müslümanların her türlü yanlışına rağmen İslâm sarsılmaz evrensel değerleri ile 15 asırdır ayakta. Ebedlere kadar da ayakta kalacak inşaallah.
İki; sadece Türkiye’de yaşanan hadiselerden dolayı değil, İslâm âleminin hal-i pür melâlinin bu sözün sarfında etkili oluşu. Nereden baksanız içinizi acıtan, nereden tutsanız elinizde kalan bir dünya bu dünya. Bakın ilmî gelişmelere. İslâm dünyasındaki üniversitelerde yılda yazılan makale sayısı Harvard Üniversitesi’nde yazılandan daha az. Makalelerin ilmî değerlerine, akademik dergilerde yer alıp almadığına hiç girmiyorum. Ekonomi deseniz, farkı yok. GSMH’larımız meydanda. Üretim ve tüketim rakamlarımız ortada. İlmî gelişmeler diyelim; taklitçilikten bir adım öteye adım atabilmiş değiliz. Hukuk; zaten ayaklar altında. İnsan hakları raporlarına nazar etmek yeter. Siyaset; bu manzaranın baş sorumlusu gibi duruyor. Öyle ya da değil; işte o da huzurunuzda. Yaşayarak görüyorsunuz. Sorunlara çözüm yerine sorun üreten bir mekanizma siyaset bizde. Birer cümle ile değindiğimiz bu manzara değil mi Yusuf İslâm’a Müslüman olduktan sonra “Müslümanları görseydim Müslüman olmazdım, iyi ki İslâm’ı Kur’an’dan öğrenmişim.” dedirten.
Tekrar dönelim “o Müslüman’sa ben değilim!” sözüne. Genelden özele inerek kısa kısa değineceğim. Dinin siyaset üzerinden okunmasının verdiği bir sonuç bu maalesef. Din siyasi bir ideolojiye indirgendi. Dini kimlikler “muhafazakâr dindar, Sünnî, Şii” vs. gibi sıfatlar siyasi ideolojilerle birlikte anılır oldu. Mezkur sıfatların İslâm ile olan münasebeti başarısızlıkların, yanlışların İslâm’a izafesinin tabii sonucu. Derin bir bakışa sahip olmayan, İslâm-Müslüman ayrımını yapamayan kişilerin ve çevrelerin, Müslümanlıkla arasına mesafe koymasının başlıca müsebbibi bu durum.
Post-İslâmcılık
Bakın şu an ülkemizin geldiği noktaya; tekrar başa dönmüş durumdayız. Toplumun siyaset diliyle kutuplaştırıldığı, iç düşman konseptinin yeniden üretildiği, devletin ve devletçiliğin kutsandığı, parça parça toplumun her kesiminin düşmanlaştırılarak sosyal bilimcilere Post-Kemalizm, İslâmî Kemalizm dedirten jakoben uygulamalara geçildiği bir dönemdeyiz.
İlla isim koyacaksak, şahsen ben Post-Kemalizm, İslâmî Kemalizm deme yerine Post-İslâmizm demeyi tercih edenlerdenim. Devleti dönüştürme manasında İslâmcılık iddiaları ile iktidara gelip devlet geleneğini alt üst eden paralel iktidar yapısı, süreç içinde devleti değil, kendini dönüştürdü ve sonuçta yeni bir İslâmcılık modeli orataya koydu. Bazılarının Tayyibizm dediği bu modelin adı Post-İslâmcılık ve bu, İslâmcılık karşıtı bir yerde duruyor. Tıpkı Post-Modernizm’in Modernizm’in karşısında durduğu gibi.
Delil mi istiyorsunuz? Dinin içinin boşaltılmasını söyleyebilirim. 17 Aralık sonrası benim ismim de zikredilerek ‘paralel fıkıh’ dedikleri zaman ‘Yakın zamanda paralel din derlerse şaşırmayacağım.’ demiştim. Kısa bir süre sonra kendilerine düşman ilan ettikleri cemaati nazara vererek onu da dediler. Ama tam aksine; şu anda paralel dini kendileri oluşturdular ve onun temsilciliğini bütün dünyanın gözlerinin içine baka baka kendileri yapıyorlar. Mümtaz’er Türköne’nin tabiriyle ‘parti müftü’lerinden aldıkları fetvalarla belli alanlarda paralel bir fıkıh oluşturmuş durumdalar. Bu fetvaların cevaz verdiği uygulamaların toplamına paralel din diyebilirsiniz isterseniz.
Daha net ifade edeyim: Bir siyasi parti diye düne kadar desteklemiş ama bugün desteklemeyen Müslüman bir işadamına –bir değil yüzlerce, binlerce- yaptıklarına bakın. Malî müfettişler gönderme, tehdit ve şantaj unsuru olarak inceleme amaçlı defterlerini alıp aylarca geri vermeme, ‘şu gazeteye, bu TV’ye reklam vermeyeceksin, aksi halde ...’ tehditleri savurma, önceki dönemlerde altlarında imzası olan ve kanunî çerçevede yaptıkları hemen her tasarrufu sudan sebeplerle iptal edip “git hakkını mahkemede ara” deme ve daha neler neler. “Bu türlü durumlarda zarar-ı has ihtiyar olunur” diye fetvasını da almışlar ihtimal ama bunun dinen zulüm olduğunda hiç şüphe yok. 28 Şubat döneminin yeşil sermaye düşmanlığı ile ne farkı var bunun? Var; inanın bu daha da kötü. Paralel din ve fıkıh derken kastım işte bu.
Bu dönemin kahramanları
Her neyse; her dönemin kendine özgü ortaya çıkardığı kahramanlar vardır. Bu dönemin de olacaktır. “Paralel” yaftası ile kış yaz demeden sağa sola sürülen binlerce memur bu dönemin ilk kahramanlarıdır ve yakın bir gelecekte öyle anılacaklardır. Doğruya doğru deyip destek veren, yanlışı gördüğü anda da “yanlış, bu yol çıkmaz sokak” diyerek zulmün karşısında duran ve sırf bu nedenle iş hacimlerini yüzde 50 ölçüsünde kaybeden, devlet ihaleleri iptal edilen, yeni ihalelere binbir bahane ile iştirak ettirilmeyen, eften püften sebeplerle milyonlarca, milyarlarca lira cezalar kesilen işadamları da kahramandır ve yakın gelecekte onlar da kahraman olacak anılacaklardır.
Kahraman olmak için yapmıyorlar bunu, biliyorum. Hak ve hakikati aynı kıbleye yöneldiği kardeşlerine göstermek için yapıyorlar, doğruyu gösterme, yanlıştan sakındırma emrinin gereğini yerine getirmek için yapıyorlar; ‘Zalime de yardım et, zalime yardım etmen onun zulmüne engel olmandır.’ diyen Hz. Peygamber’in buyruğuna uymak için yapıyorlar. Yapıyorlar zira dinin içini boşaltıyor bu türlü zulümler. “Müslümanlar kardeştir” havada bir beyan olarak kalıyor artık. Ötekini öteki olarak kabul etme zemini kayboluyor toplumda. Rüşvet, irtikap, yolsuzluk, haksızlık kul hakkına galip geliyor. Hesap, mizan, cennet, cehennem endişe ve ümitleri ortadan kayboluyor. Maddî refahın verdiği şımarıklık almış başını gidiyor. Uzun sözün kısası, kılınan namazlar ayetin ifadesiyle ‘fuhşiyattan ve münkerattan’ Müslümanları men etmiyor ve edemiyor. Müslümanlığa en büyük zararı yine Müslüman veriyor.
İşte bütün bu manzarayı yakından-uzaktan seyredenler de diyor ki “O Müslümansa ben değilim.” Söyleyin Allah aşkına haksız mı? Dikkat edin: “Böyle Müslümanlık olmaz”dan çok daha öte ve tehlikeli bir nokta bu. Vebali de çok büyük.