Mızrak çuvala sığmıyor!
HASAN ÜNAL 19 Aralık 2007
HAFTA başında AB Genel İşler Konseyi (GİK)índen gelen haberler, 1999ídan bu yana AB konusunda söylenenlerin nasıl birer kuyruklu yalan olduğunu gösterdi. Türkçe lisanıyla yayın yapan gazeteler ve televizyonlar haberlerin önemli olduğunu bile bile ön plana çıkarmadılar. AKP hükümeti yıllardır izlediği AB politikalarının aslında ne kadar yanlış olduğunu bir kez daha gösteren bu kararları fazla önemsemiyormuş havası vermeye çalıştı.
Ama mızrak çuvala sığmaz oldu. Fransa'nın girişimleriyle Türkiye konusunu yeniden ele alan GİK Türkiye'nin AB ile üyelik müzakereleri yapmadığını ortaya koydu. Türkiye'nin AB ile yürüttüğü faaliyetlerin adı da 'hükümetlerarası konferans' imiş. Aslında bütün bunların Türkçeye tercümesi "Kardeşim biz sizinle üyelik müzakeresi falan yapmıyoruz; sakın öyle bir havaya girmeyin haa!" demektir.
Üyelik Zaten Söz Konusu Değildi
Aslında AB Türkiye'ye hiç bir zaman bugüne kadar bilindiği manada bir üyelik teklif etmemişti. 17 Aralık 2004 tarihinde Başbakan Erdoğan'ın eline tutuşturulan AB zirvesi kararlarında Türkiye'ye nasıl ve ne zaman üye olacağı değil; neden ve ne şekilde üye yapılmayacağı anlatılmaktaydı. Ama Başbakan ve AKP politbürosu o belgeyi Ankaraíya getirip Türkiye Cumhuriyetiínin en büyük diplomatik başarısı (!) diye satmışlar ve Ankara Kızılayída kutlamalar düzenlemişlerdi.
Oysa o belgede Türkiye'ye sunulan üyelik perspektifinde, serbest seyahat ve serbest dolaşım gibi temel AB özgürlükleri daimi olarak kısıtlanmaktaydı. Aynı gün bir basın toplantısı düzenleyen İsveç Başbakanı Göran Persson Türkiyeíye müzakere sürecinde ağır şartların dayatıldığını; buna karşılık verilen üyelik perspektifinin de çifte standartlarla dolu olduğunu anlatıyordu.
Ama yeminli AB'ciler, psikolojik harekât yapan güya gazeteciler, Türkiye aleyhine her şeyin içinde olmayı gelenek haline getiren TÜSİAD, vaktiyle AB aleyhine nefret kusan şimdilerde "bağımlı ve iliştirilmiş İslam" ideolojisi savunucuları o belgede yazanları ya okumadılar ya da okusalar bile dikkate almadılar. Çünkü hepsinin AB üzerinden ayrı bir hesabı vardı.
Yalanlar birbirini İzledi
17 Aralık belgesinde sadece bunlar yoktu. Türkiye'nin tarım politikaları ile yapısal politikaların tamamen ve daimi olarak dışında tutulacağı ibareleri de belgeye eklenmişti. Yani Türkiye'ye üyelik süreci boyunca ve üye olsa bile zırnık verilmeyecekti. Bütün bunlar, Türkiye ile AB arasında oluşturulan ve üçüncü ülkelerle ticaret konusunda Türkiye aleyhine çalışan Gümrük Birliği düzeninin sürekli hale gelmesiydi. Yani biz şu anda AB ile ilişkilerimizde ne yaşıyorsak, bunları tam üyelikmiş gibi kabul edecektik.
Dahası bu belgede içi tamamen boşaltılmış olan böyle bir üyelik perspektifinin bile gerçekleşmeyebileceği açık açık yazılmıştı. Müzakereler 'ucu açık' bir şekilde devam edecekti. Müzakerelerin her hangi bir aşamasında 'üyelik' garantisi verilmeyecekti. Ve Türkiye AB üyesi yapılmasa bile bir şekilde AB'nin kapısına hakkı hukuku olmayan bir tarzda demirlenecekti.
Üstelik bu basit ve içi boş perspektif karşılığında Türkiye Kıbrıs'ı elden çıkartacak, Ege konusunda Yunan tezlerini benimseyecek, Ermeni soykırımı iftiralarını kabul edecek, içerde Patrikhane'nin ekümenik sıtafıyla uluslararası bir varlık haline dönüşmesi için gerekli yasal düzenlemeleri yapacak ve daha da kötüsü Türkiye'nin çok etnili ve çok uluslu bir yapıya dönüştürülmesine razı olacaktı.
3 Ekim Müzakere Çerçeve Belgesi 17 aralık kararlarından daha vahim unsurlarla doluydu. Her aday ülke için tavsiye niteliğinde olan Avrupa Parlamentosu kararları Türkiye için bağlayıcı olacaktı. Kıbrıs'tan asker çekmeden, Ermeni soykırımı iftiralarını tanımaya kadar bir dizi tehlikeli unsurlar vardı.
Bütün bunlara rağmen "AB'ye girmek istiyorsak" diye başlayan psikolojik harekat cümleleri bu işin uzmanlarının ağzından düşmedi. AKP hükümeti sanki AB'ye girmemiz gerçekten söz konusuymuş gibi davranmayı sürdürdü. Hafta başında AB'den gelen karara rağmen hâlâ "Biz kendi yolumuza devam edeceğiz" diyor hükümet yetkilileri. Yani "Kıbrıs'ı AB'ye girmeyeceğimizi bile bile vereceğiz; Ermeni soykırımı iftiralarını tanıyacağız ve diğer istenenleri de yapacağız" demiş oluyorlar. Yoksa bu yolda devam ne demek?
Artık herkes aklını başına almalı. Eğer mesele demokrasi ise, Türkiye'nin demokrasisi AB ülkelerinin ortalamasından daha özgürlükçü hale gelmiştir. Bir adım ilerisi ülkenin bölünmesi demektir. AB'nin istediği etnikleşme ve çok uluslu devlet yapısı AB içerisinde bile dağılıyor. Örnek mi? İşte Belçika, İspanya sırada ve İngiltere'nin yekpare kalacağının hiç bir garantisi yok. Arzu edilen Türkiye'nin bölünmesi ise bunu AB açısından anlarım. Ama içerdekiler bu yolda niye devam ediyorlar, onu anlamak zor. Ayrıca bu süreç AB'nin istediği gibi devam ederse sonuçta Türk demokrasisini sevimsiz hale getirecek ve toptan tahrip edecektir.