FÂİK REŞAD (ö.1851-1914)
Ömer Faruk Akün 01 Ocak 1970
Edebiyat tarihi ve hal tercümeleri sahasındaki çalışmaları ile tanınan yazar, şair, eğitimci, gazeteci ve hattat.
1 Zilhicce 1267’de (26 Eylül 1851) İstanbul’da doğdu. Alay emini İzmirli Hacı Tâhir Efendi’nin oğludur. Asıl adı Ahmed Reşad ise de devrin kalemlerindeki âdet dolayısıyla kendisine verilen Fâik mahlası ile birlikte tanınmıştır. Anne tarafından büyük babası olan Dîvân-ı Hümâyun hâcegânlarından İhya Efendi’ye mensubiyetini belirtmek üzere yazı ve eserlerinin çoğunda ismini uzun süre “İhya Efendi Hafîdî Reşad” şeklinde yazmıştır.
Tahsiline Sultanahmet’teki sıbyan mektebinde başladı, daha sonra Divanyolu’nda Mekteb-i İrfâniyye Rüşdiyesi’ne kaydedildi. Buranın kapanması üzerine dört sene Bezmiâlem Valide Sultan Rüşdiyesi’ne devam etti; fakat orayı bitirmeden, o çağda hatırlı aile çocuklarının küçük yaşta kabul edildiği Bâb-ı Seraskerî Muhâsebe Kalemi’ne stajyer olarak alındı.
Kalemin nüfuzlu simalarından olan eniştesi vasıtasıyla girdiği bu memuriyette iki sene çalıştıktan sonra 5 Safer 1282’de (30 Haziran 1865) İhyâ Efendi, torunu Fâik Reşad’ı ileri gelen şahsiyetlerinden bulunduğu Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’ne naklettirdi. Burada iken şiire başlayan Fâik Reşad aldığı hususi derslerle filolojik ve edebî kültürünü ilerletmeye çalıştı. Gündüzleri kalemde Cem‘i Efendi’den Farsça, sabahları vazifeye gitmeden önce de Ayasofya Medresesi talebesi Ali Efendi’den Arapça okuyordu. Zengin bir kültüre sahip olan Cem‘i Efendi yaptığı şiir denemelerinde ona yardımcı olup yol gösteriyordu. İki yıl sonra buradan yine İhyâ Efendi’nin nüfuzu ile Hâriciye Nezâreti Mektûbî Kalemi’ne geçti (1284/1867). Mektûbî Kalemi yılları kültürü ve fikrî yetişmesi bakımından Fâik Reşad’ın hayatında müstesna bir yer tutar. Maiyetinde bulunduğu ve sonraları hepsi de önemli devlet makamlarına yükselen dört mektupçunun, kendisinin ileride çeşitli eserlerle ortaya koyacağı kitâbet sahasındaki kabiliyetinin gelişmesi üzerinde kuvvetli tesirleri olmuştur.
Burada Fransızca’yı da öğrenen Fâik Reşad Fransız edebiyatından tercüme denemelerine başlamıştı. Koleksiyonlarını okuduğu Tercümân-ı Ahvâl, Tasvîr-i Efkâr gibi gazetelerin ardı sıra heyecanla takip ettiği İbret’teki Nâmık Kemal’in yazıları kendisinde yazı yazmaya gittikçe artan bir heves uyandırmaktaydı. Batı edebiyatını tanıması onun edebî zevkinde mühim değişmeler meydana getirdi. Bunun sonucunda o zamana kadar eski yolda yazdığı bütün şiirlerini yok ettiği gibi eski edebiyata ve o tarzın devam ettirildiği yeni şiirlere tenkitler yönelttiği bir makale ile ortaya çıkıp gerçek şiirin Batı’da olduğunu, artık edebiyatçılarımızın devri geçmiş köhne şeyler yazmak yerine kendilerine Batı şiirini örnek almaları gerektiğini ifade etmek ihtiyacını duyar (“Mektûbî-i Hâriciyye Hulefâsmdan İzzetlü Reşad Beyefendi Tarafından Gelen Varakadır”, Hakaiku’t-vekayi‘, nr. 966, 17 Receb 1290/ 9 Eylül 1873). Bu gazetede önceleri Recaizâde Ekrem, Kemalpaşazade Said gibi yeni fikirli kalem sahiplerinin yazıları yayımlanırken şimdi eskinin köhnemiş zevk ve alışkanlıklarını devam ettiren şairlerin manzumelerine sayfalarını açmasını tenkit ettiği ve uyandırdığı büyük tepkiyle ismini bir anda edebiyat âlemine duyurmasına yol açan bu yazı, o zamana kadar onu hiç tanımamış olan Nâmık Kemal’in Magosa’dan ilgisini çekip kendisiyle dostluk kurmasını sağladı. Eski edebiyat taraftarlarının en önde gelenlerinden ve aynı zamanda divan sahibi bir şair olan Şarkikarahisarlı Abdi’nin şiddetli hücumu ile hararetlenen bir zemine kayan münakaşayı Magosa’dan takip eden Nâmık Kemal bu mücadelede Fâik Reşad’ı desteklemekteydi (geniş bilgi için bk. Akün, Nâmık Kemâl’in Mektubları, 1972, s. 426-429; krş.[ Fâik] Reşad, Kemal ile Muhâberemiz, 1326, s. 6-11). Şair Abdi Hakaiku’l-vekayi’ gazetesinde, hakkında Frenklik ve dinsizlik ithamlarından başka risale şeklinde bastırdığı bir terkib-bend yazıp onu Türk şiir ve edebiyatının düşmanı ilân etmişti (bunun yayın haberi için bk. Hakaiku’l-vekayi’, nr. 1036, 12 Şevval 1290/2 Kânunuevvel 1873). Fâik Reşad bu sırada edebî çevrelerde Osmanlı edebiyatı aleyhinde çığır açmak isteyen bir kimse olarak tanınıyordu (Meselâ bk. “Aldığımız Bir Varakanın Aynıdır”, Kırk Anbar, nr. 2, İstanbul 1290, s. 42; Fâik Reşad bu imzasız yazının Süleyman Paşazade Hamdi Bey’e ait olduğunu söylüyor: Kemal ile Muhaberemiz, s. 9). Böylece kendisine basında yol açılmış bulunan Fâik Reşad’a 1874 yılında çıkmaya başlayan Medeniyet gazetesinin başmuharrirliği verilir. Ancak malî husustaki anlaşmazlık yüzünden onun buradaki faaliyeti ilk sekiz nüshada sürebilmiştir.
Nâmık Kemal ile mektuplaşmaları devam ederken Ziyâ Paşa’nın 1874 Ekiminde çıkan Harâbât’ını Fâik Reşad eser aleyhindeki görüş ve tenkitleriyle birlikte Nâmık Kemal’e göndermişti. Nâmık Kemal de aynı yılın son aylarında tamamladığı, fakat devrin şartları dolayısıyla basılmasını mümkün görmediği Tahrîb-i Harâbât’ını ona yollamış ve kendi el yazısı ile onu istinsah edip lâzım gelen yerlere dağıtılmak üzere çoğaltmasını istemişti ([Fâik] Reşad, s. 29-30; krş. Akün, s. 469, 484). Yazısının güzelliğiyle daha o zamandan tanınan Fâik Reşad’ın 1875 yılında da sürdürdüğü istinsahlarla Tahrîb-i Hârâbat’ın etrafa yayılması ve ilgili ellere ulaşmasında aynı işi yapan başka bir iki kişiyle birlikte mühim bir hizmeti geçmiştir.
Kalemde birinci sınıf kâtipliğe yükselmişken bir ara Hâriciye Nezâreti Evrak Odası’na nakli yapılan ve on yedi yaşında evlenmiş de bulunan Fâik Reşad, hakettiği maaşı alamadığı için kendisini geçim sıkıntısından kurtarabileceği ümidiyle imparatorluğun uzak bölgelerinden birinde bir mektupçuluk elde etme hevesine kapılarak bir vaad üzerine geçici bir izinle Trablusgarp’a gitmiş, fakat umduğunu bulamayıp güçlükle tayininin yapıldığı Humus tahrirat müdürlüğünden istifa ederek İstanbul’a dönmüştü. İstanbul’a dönerken Midilli’de Nâmık Kemal’i ziyaret ederek bir hafta kadar onun misafiri olmuştu. Hal tercümesinde söyledikleriyle mevcut bilgiler birbirini tutmadığından Trablusgarp’a gidiş ve dönüş tarihi müphem kalan Fâik Reşad, üç aylık izinle ayrıldığı kalemdeki yerine bir başkasını tayin edilmiş buldu. Bir müddet önce Matbaa-i Âmire ve Tak-vîm-i Vekayi’ müdürü olan Ahmed Midhat kendisine çok geçmeden Takvîm-i Vekayi’ gazetesinin başmuharrirliğini sağladı. 1880 (1296 r.) yılı Martından itibaren Takvîm-i Vekayi’ Faik Reşad’ın elinde çıkmaya başlamışsa da Ahmed Midhat, Fâik Reşad’a faaliyetlerinde, bir sene sonra yayımına geçtiği Osmanlı adlı Fransızca-Türkçe gazete ile Tercümân-ı Hakîkat’e ağırlık verdirdiğinden Takvîm-i Vekayî’in yayını yine aksar. Bu arada Şark mecmuasında da (1880-1881) çeşitli yazıları görünmeye başlayan Fâik Reşad gazetecilik faaliyetini sürdürmekte iken, evvelce Mektûbî Kalemi’nde maiyetinde çalıştığı Âli Paşazade Ali Fuad Bey Maarif nâzırı olunca (14 Muharrem 1299/6 Aralık 1881) kendisine, o vakitler çeşitli doğu vilâyetlerinde kurulmasına karar verilen yeni maarif müdürlüklerinden (Mahmud Cevad, Maârif-i ümûmiyye Nezâreti Târihçe-i Teşkilât ve İcrââtı, İstanbul 1338, s. 216: 27 Rebîülevvel 1299/4 Şubat 1297 tarihli kararname) birini teklif etmesi üzerine Diyarbekir Maarif müdürlüğünü kabul ederek 1882 (1298 r.) Nisanında Diyarbekir’e gitti. Fakat burada yapılması gereken işlerin tahsisat yokluğu yüzünden gerçekleştirilemeyeceğini gördüğünden başka bir yere naklini istedi ve Van Maarif müdürlüğüne nakli yapıldı. Burada da bir iş görülemeyeceğini anlayınca yeni bir başvurusu sonucu bu defa Yanya Maarif müdürlüğüne tayin edildiyse de Yanya Valisi Ahmed Eyüp Paşa ile idari hususlarda anlaşmazlığa düştüğü için onun şikâyeti üzerine azledildi.
Arada kısa bir iki izin hariç altı sene kadar taşrada geçen bir hizmet devresinden sonra 1888’de (1304 r.) İstanbul’a mâzul olarak döndüğünde hususi mekteplerde hocalık yaparak geçimini sağlamaya çalışırken bir yandan da çeşitli gazete ve mecmualara yazılar yetiştirmekteydi.
Onun yazı hayatının en verimli devresi bu yıllarda başlar.
İstanbul’a döndüğü yıl Mürüvvet gazetesinde Muallim Nâci ile birlikte çalışan, onun ayrılmasından sonra gazetede başmuharrirlik de yapan Fâik Reşad’ın edebî görüşlerinde değişiklik olmuş, önceleri tenkit ettiği eski tarz şiire dönmüş, kalemini yeniden o yola çevirmişti. Bu vadide yazdıklarını, bir zamanlar yok ettiği şiirlerinden hatırında kalanlarla birlikte Güldeste adıyla bir kitapta topladı (İstanbul 1304). Eserinin önsözünde, vaktiyle eski tarz şiire yönelttiği tenkitlerden ve o yoldaki manzumelerini yok etmiş olmasından pişmanlık duyduğunu belirtir. Artık eski zevkteki şiirin en hararetli taraftarları arasında görünen Fâik Reşad Muallim Nâci, Şeyh Vasfî, Andelîb Esad, Müstecâbîzâde İsmet, Mehmed Celâl, Harputlu Hayri ve Üsküdarlı Talat gibi şairlerle içki ve saz meclislerine katılıyor, onlardan bazıları ile müşterek gazeller tertip ediyordu. Çalışmakta olduğu, Tercümân-ı Hakîkat ve Mürüvvetten daha sonraki yıllarda yayın hayatına giren Mekteb, Resimli Gazete, Hazîne-i Fünûn gibi edebî mecmualarda da yazı yazan Fâik Reşad’ın alâkası gittikçe eski edebiyatçılarımızın hal tercümeleri ve eserlerine yönelmekteydi. O zamana kadar bu çok ihmal edilmiş sahayı ele alan yazıları Hazîne-i Fünûn’da “Eslâf” adını taşıyan bir dizi içinde çıkmaya başladığında geniş bir ilgi toplamıştı. Fâik Reşad bir yandan da o devirde büyük bir ihtiyaç duyulan ve ders programlarına da alınmış olan kitabet (yazışma ve kompozisyon) sahasında ardarda eserler yayımlar. Ayrıca mekteplerde okutulmak üzere hazırladığı kıraat ve antoloji kitapları yanında devrin modasına uyarak kalemini küçük hacimli romanlarda da denemekten geri kalmaz.
Yanya Maarif müdürlüğünden dönüşte dört sene devlet hizmetinden uzak kaldıktan sonra 1892’de (1308 r.) Matbûât-ı Dâhiliyye İdaresi mümeyyizliğine tayin edilip burada müdür muavinliğine kadar yükseldi. II. Meşrutiyetin ilânında bu vazifesine ilâveten kendisine Takvîm-i Vekayi’ müdürlüğü de verildi. Uzun bir süreden beri yayını kesintiye uğramış olan Takvîm-i Vekayi’ onun idaresinde yeniden çıkmaya başladı. Ancak bir müddet sonra girişilen umumi tensîkat sırasında lağvedilmeleri dolayısıyla her iki yerdeki vazifesini kaybederek açıkta kaldı. Kendi isteğiyle emekliye ayrılmışken 1911’de Defter-i Hâkânî Nezâreti’nde yeni açılan Kadastro Mektebi kitâbet hocalığına tayin edildi. Devrin Ali Emîrî, Bağdatlı İsmail Paşa, Bursalı Mehmed Tâhir gibi biyografi ve kitâbiyat sahasının ünlüleriyle birlikte 1909 Kasımında Târîh-i Osmânî Encümeni muhabir âzalığına seçilmiş bulunan Fâik Reşad (TOEM, 1/1, 1 Nisan 1326, s. 8), 1911 yılında da Ali Ekrem’in Avrupa’ya gitmesi dolayısıyla. Darülfünûn Edebiyat Fakültesi’nde okutmakta olduğu târîh-i edebiyyât-ı Osmâniyye dersi için onun yerine vekil hocalığa getirildi. Bir müddet sonra dönen Ali Ekrem’in Cezâyir-i Bahr-i Sefîd valiliğine ikinci defa tayin edilip fakülteden tekrar ayrılmasıyla 1912-1913 ders yılında bu vazifeye asaleten tayini yapıldı. Balkan Harbi’nde Trablusgarp’ın elden çıkması üzerine Ali Ekrem Edebiyat Fakültesi’ne yeniden dönmekle beraber nazariyyât-ı edebiyye dersi müderrisliğine nakledildiğinden Fâik Reşad kürsüsünü muhafaza edebildi. Buradaki ders notlarından Târîh-i Edebiyyât-ı Osmâniyye adlı eserini ortaya koydu. 21 Mayıs 1912’de binlerce evi yakıp yok eden İshak Paşa yangınında evinden başka ömrü boyunca topladığı çok değerli eserlerden meydana gelen zengin kütüphanesi, nâdir yazma ve hat koleksiyonlarının yanı sıra bütün notları ve hazırlamakta olduğu eserlerin hiç biri kurtulamadan yanıp kül oldu. Bu dayanılması güç felâketin ardından, Târîh-i Edebİyyât-ı Osmâniyye’sinin kitap şeklindeki esas baskısı henüz çıktığı bir sırada. 1913-1914 ders yılı başında yetersizliği ileri sürülerek vazifesine son verildi. Yakın dostu Ali Emîrî, onun buradaki hocalığını kaybetmesini o sırada çıkan eserine karşı yaptığı tenkitler dolayısıyla M. Fuad Köprülü’ye bağlamakta, hayatının son devresinde böyle bir darbeye uğramasına, yerine göz dikmiş bulunduğunu söylediği Köprülü’nün sebep olduğunu ileri sürmektedir (Ali Emîrî, “«-Bir Hiciv Münasebetiyle-» Serlevhasıyla 44 Sayılı Yeni Mecmua’daki Makaleye Cevab”, Osmanlı Târih ve Edebiyat Mecmuası, nr. 1, 31 Mayıs 1334, s. 52-53, 54). Dârülfünun’dan ayrıldıktan sonra kendisine İnâs Sultânîsi’nde edebiyat öğretmenliği verilen Fâik Reşad bozulan sağlık durumu elvermediğinden burayı bırakarak ancak Kadastro Mektebi’ndeki kitâbet hocalığını sürdürebildi. Üst üste uğradığı yıkımlarla derin bir yeis içine düşen bu emektar kalem sahibi 26 Haziran 1914’te vefat etti. Mezarı Erenköy’de Sahrâyıcedid Kabristanı’ndadır.
Birçok nesillerin, araya zevk ve görüş farkları girse de kendisini uzun yıllar bir üstat olarak tanıyıp saydığı Fâik Reşad, her şeyden önce eserlerinin çokluğu ve uzun sürmüş yazı hayatının verimliliğiyle kendini kabul ettirmiş bir isimdir. Zamanının kültür ve eğitim alanındaki ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışan eserleri şöhretini yaygınlaştırdıktan başka kendisini kültür hayatımızda bir rol sahibi de yapmıştır. Devrinin imkân ve şartları ölçüsünde ortaya koyduğu eserler kalıcı bir hüviyet taşımasa da daha ileri ve gelişmiş seviyedeki çalışmalara zemin hazırlayıcı bir hizmet görmüştür. Yazı yazma usulleri (kitabet/kompozisyon) alanında yorulma bilmeden yıllar boyunca verdiği ve sahasının birer klasiği olmuş eserleriyle nesillere hocalık etmiş ve onlara bir yazış ve ifade disiplini kazandırmış olan Fâik Reşad’ın Türk fikir hayatına getirdiği katkıların en başta geleni edebiyat tarihi sahasındadır. Türk edebiyatının çok ihmal edilmiş olan mâzisini araştırmaya hazırlıklı ve en sebatlı bir şekilde yönelen kimse başlangıçta sadece odur. Edebiyat tarihinin ehemmiyetini en iyi gören biri olarak yıllarını bu sahada çalışmaya sarfetmiştir.
Edebiyatımızın geçmişteki simaları hakkında bir dizi tutturarak devam ettirdiği hal tercümesi ve değerlendirme yazıları ile, tezkirelerde unutulup kalmış bilgileri geniş okuyucu kitlesine yaymak vazifesini üstlenmiş, Türk edebiyatının mâzisine karşı mevcut olmayan bir ilgiyi yaratmaya çalışmıştır. Bu sahada henüz kendisi ortaya çıkmadan önce Muallim Nâci’nin Osmanlı Şâirleri adı altında topladığı yazılarla oldukça sathî bir şekilde denediği bu işi Fâik Reşad, araştırma ve derinleştirme gayretinin ağır bastığı çalışmaları ile daha ileriye götürmüştür. Fâik Reşad’ı açtığı bu yolda çok geçmeden Bursalı Mehmed Tâhir’in çapını daha iyi hissettiren hal tercüme çalışmaları takip edecektir.
1890 sonrası ile II. Meşrutiyet yılları arasının Türk okuyucusu, kendi milletinin eski şair ve edebiyatçıları hakkındaki bilgileri en çok onun küçük çapta portreler çizen hal tercümesi yazılarından edinir. Fâik Reşad bu bilgilere ulaşabilmek için bütün İstanbul kütüphanelerini yıllarca dolaşmış, doğru dürüst fihristleri bile bulunmayan yığın yığın kitap karıştırmış, notlar almış, Fatîn Efendi’nin sadece yakın devreye ait eseri hariç o zamana kadar hiçbiri basılı olmayan tezkirelerin söylediklerini başka hal tercümesi kaynakları, tarihler ve divanların yanı sıra devamlı dolaştığı sahaflarda gördüğü yahut da kendi kütüphanesine kazandırmış olduğu yazma eser ve mecmualardan çıkarmaya uğraştığı yeni bilgilerle zenginleştirmeye ve tamamlamaya gayret etmiştir.
Türkiye’de edebî geçmiş fikrinin doğmasına kılavuzluk eden çalışmaları Fâik Reşad’ı kronolojik bir sıra gözetmeden rastgele hal tercümelerine el atmak yerine, zamanla Osmanlı edebiyatını daha geniş çerçevede ve bütünü içinde kuşatmaya yönelik eserlere götürür. Abbe Toderi’nin sahaflarda rastlanması münasebetiyle De la litterature des Turcs (Fr. trc, Paris 1789) adlı kitabı etrafında açılan bir mübâhese dolayısıyla (“Bir Mecelle-i Cemile-Târih-i Edebiyyât-ı Os-mâniyye”, İkdam, nr. 1976, 1 Ramazan 1317 / 21 Kânunuevvel 1315; Musâhebe: “Bir Mecelle-i Cemîle - Târih-i Edebiyyât-ı Osmâniyye”, Mecmûa-i Edebiyye, nr. 31, 10 Ramazan 1317/30 Kânunuevvel 1315, s. 1) yazdığı yazıda söyledikleri, onun edebiyat tarihini yazma meselesinde üç cilt olarak tasarladığı Târih-i Edebiyyât-ı Osmâniyye adlı kitabına gelmeden çok önce gaye ve düşüncelerinin vardığı noktaları göstermektedir. Kendimizin yapamayıp da yabancıların bize dair meydana getirmeye muvaffak oldukları eserler karşısında daima üzüntü duyduğunu ifade eden Fâik Reşad, eski müelliflerin gerekli malzeme ve kaynakları hazırlamış oldukları halde, edebî geçmişlerine merak duymayan nesiller bunlar üzerinde çalışma gayreti göstermediklerinden edebiyat tarihimizin bir türlü meydana konulamamış olması üzerinde durarak bunun ne derece büyük bir kayıp olduğuna işaret eder. Yazısında kendisinin bu eksikliği karşılamak üzere yedi sekiz yıldan beri bütün şuarâ tezkirelerini karıştırıp çeşitli kaynakları elden geçirmek suretiyle Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan kendi zamanına kadar gelen şairleri tam kadro ile içine alan bir eser hazırlamakta olduğunu duyurur. Her bir şairin hal tercümesini ve eserlerinden seçilmiş örnekler veren kitabının bu şairlerin edebî hüviyetlerini ve mensup oldukları devirlerin hususiyetlerini gösterecek tahlilleri de içine aldığını kaydeder. Buna mukabil Fâik Reşad, sadece yazılmış kısımları Kamûsül-a‘lâm hacminde iki büyük cilt tutan bu eserini böyle kitaplara karşı olan ilgisizlik dolayısıyla bastıramadığını bildirmektedir (“Edîb-i Zî-iktidâr Saâdetlü Reşad Beyefendi Hazretleri Tarafından İrsal Buyurulmuştur”, Mecmûa-i Edebiyye, nr. 32, 6 Kânunusâni 1315/18 Kânunusâni 1900, s. 1-2). Fâik Reşad, edebiyat tarihimizin yazılmamış olmasının kaynak ve malzeme eksikliğinden değil zamanın kalem sahiplerinin ihmal ve gayretsizliğinden, kütüphanelerde yatan birer hazine değerindeki eserlere el bile sürülmemesinden ileri geldiği görüşünü hayatının sonuna kadar tekrarlar (Meselâ bk. Târîh-i Edebiyyât-ı Osmâniyye, 1913, s. 25-26). Fâik Reşad, mevcut malzeme içinde tezkirecilerin eserlerinin edebiyat tarihimizin esas rüknü, hiç değilse ondan birer fasıl olarak değerlendirilmesi gerektiğine inanmaktadır. Hazırladığını söylediği eserinden “tezkire” adıyla bahsedişi de bu bakımdan dikkat çekicidir. Edebiyat tarihi sahasındaki büyük çalışmalarından bir başkası olmak üzere, Eğridirli Hacı Kemal’in Câmiu’n-nezâir’ini model tutarak hicrî XII. asır başlarından (milâdî XVII. asır sonları) kendi zamanına kadar gelmiş şairlerin nazirelerini bir araya getirecek bir eser hazırlamakta olduğunu haber verdiği gibi ondan bir de örnek yayımlar (Mecmua-i Edebiyye, nr. 33, 13 Kânunusâni 1315/25 Kânunusâni 1900, s. 2).
Sahafların sâdık bir müdavimi, değerli bir eser için para esirgemez bir kitap meraklısı olarak tanınan Fâik Reşad’ın bir şöhreti de rik‘ada üstat bir hattat oluşudur. Divanlardan, nâdir eserlerle kaynak değerini taşıyan yazmalardan rik‘ası yanında nefis bir ta‘likle yaptığı birçok istinsah bilinmektedir. Ancak bütün bunlar kütüphanesini silip süpüren yangında yok olmuştur. Onun rik‘a yazısı ile istinsah ettiği, elimizde bulunan Riyâzî tezkiresi üzerinde kendisi tarafından ikinci defa istinsah edildiğini bildiren 17 Mayıs 1329 (30 Mayıs 1913) tarihli kaydı. Fâik Reşad’ın çalışmaları için muhtaç olduğu yazma kaynakları yangından sonra yeniden elde etmeye çalıştığını göstermektedir (Rik‘adaki mahareti hakkında bk. TOEM V/30, s. 345; İbnülemin, Son Hattatlar, s. 740; rik‘asından bazı örnekler için bk. a.e., s. 739, Kuntay, 11/1. s 584).
Eserleri.
A) Hal Tercümesi ve Edebiyat Tarihiyle İlgili Çalışmaları.
1. Eslâf (I-II, İstanbul 1311-1312). Osmanlı şair ve âlimlerinin hal tercümeleriyle manzum eserlerinden parçalar veren ve müellifin “tezkire” diye takdim ettiği eser, aynı adla Hazîne-i Fünûn mecmuasında çıkan yazı serisinin (1-1, 1 Muharrem 1311-III/50, 12 Zilhicce 1312) okuyuculardan gelen ısrarlı istek üzerine, orada olduğu gibi herhangi bir kronolojik veya alfabetik tasnife tâbi tutulmadan kitaplaştırılmış şeklidir.
2. Terâcim-i Ahvâl (İstanbul 1313). Eslâfın devamı, fakat hacimce ondan daha küçük olan eserin Eslâftan farkı yalnız geçmiş asırlardaki şahsiyetlerle sınırlı kalmayıp çağdaşlarını da içine almasıdır. Müellif, öteki eserinin devamı olmakla beraber buna çağdaş şahsiyetleri dışarıda tutmayı icap ettirecek bir “eslâf” adını koymadığına işaret eder (Hazîne-i Fünûn, III/51-52, 18 Zilkade 1313, s. 510). Kitapta şair ve âlimlerden başka Kazasker Mustafa İzzet ve Vahdetî gibi iki hattata yer verilmiştir. Bu eser de önce dergide tefrika halinde yayımlanmıştır (Hazîne-i Fünûn, III/3, 18 Muharrem 1313 - nr 23, 11 Cumadelâhire 1313).
3. Terâcim-i Ahvâl-i Meşâhîr (İstanbul 1313). Altı hal tercümesinden ibaret olan bu kitapçık, çok daha küçülmüş bir çerçevede Eslâf’ı devam ettiren son kısımdır. Öncekiler gibi bunun da yayımı ilkin tefrika şeklindedir (Hazîne-i Fünûn, III/30, 1 Şaban 1313-nr. 38, 20 Ramazan 1313).
4. Târîh-i Edebiyyât-ı Osmâniye (İstanbul 1327 r./1 330 h./191l-19l2 (taşbaskı); 2. bs. 1913). Müellifin Edebiyat Fakültesi’ndeki ders notlarından meydana gelen eserin ikinci baskısı, ilkine nisbetle onda bulunmayan bazı başka şairlere daha yer verilmesi ve ifadece ufak tefek birtakım değişiklikler yapılmış olması gibi eserin bütününe tesir etmeyen bazı farklılıklar gösterir. Üç cilt olarak tasarlanan eserin Âşık Paşa ile Şeyhülislâm Yahya Efendi arasındaki devreyi içine alan ilk cildi çıkabilmiş, Nef‘î’den Şinâsi’ye kadarki devreye ait II. cildiyle sırf metinlere ayrılmış olan III. cildin gerçekleşmesi mümkün olmamıştır. Kitap, Âşık Paşa’dan bu yana kronolojik sıra ile muhtelif edebî devreler içine yerleştirilmiş şairleri, tezkirelerde görülegeldiği gibi edebiyatın tarihî seyri ve içinde yaşanılan zaman ve sosyal muhitin şartları ile bağlantı kurulmaksızın tek tek bahis konusu eden esas kısımdan başka edebiyat tarihi hakkında umumi düşüncelerin yer aldığı uzunca bir girişten meydana gelmektedir. Eserin elli altı sayfasının ayrıldığı bu “Medhal” bölümünde edebiyat tarihinin tarifi, konusu, gaye ve faydası ile edebiyatta devirlerin tesbiti. Osmanlı edebiyatının ne zaman ve kiminle başladığı. Ahmed Vefik Paşa’dan naklen Oğuz Türkçesi’nin bir şubesi olması sıfatıyla Osmanlıca’nın kökünün Orta Asya’ya çıktığı, eski edebiyatta nazım ve nesrin mahiyeti, şiirde aruz ve hece vezninin yeri, yazı dilinin geçirdiği değişme ve eski edebiyatın şair kadrosu gibi meseleler ele alınmaktadır. Burada edebiyat tarihi disipliniyle ilgili nazarî hususların dünyaca tanınmış otoriteler yerine İsmail Safâ, Muallim Nâci, Müftüoğlu Ahmed Hikmet, Ali Ekrem gibi yazarlardan yapılan alıntılardaki sathî görüşlere dayandırıldığı görülür. Sağlam bir edebiyat tarihi bilgisine ulaşılmadığı, henüz ciddi hiçbir çalışmanın ortada bulunmadığı bir zamanda Hara bâtta ki çalışması ve onun Türk edebiyatının geçmişi hakkında ilk toplu görüşler getiren meşhur “Mukaddime’si dolayısıyla edebiyat tarihi üzerinde konuşmaya en yetkili bir kimse sanılan Ziyâ Paşa’nın görüşlerini bunlar hakkında Nâmık Kemal’in yaptığı tenkidlere ilâveten bir defa daha tenkitten geçirme ihtiyacını duyan müellif burada edebiyat tarihimiz namına birtakım düzeltmelerde bulunur. Fâik Reşad, Osmanlı edebiyatının geçmişini manzum sahayı esas alan bir tutumla Âşık Paşa’dan başlayıp Şinâsi’ye kadar gelen on iki ayrı devreye ayırmaktadır. Devrelerin her birini belli bir şair etrafında toplayan bu görüşe göre edebiyat tarihimizi nazım sahasında Âşık Paşa, Şeyhî, Ahmed Paşa. Necâtî, Zatî, Bakî, Nef’î, Nâbî, Nedîm, Râgıb Paşa, Şeyh Galib, Şinâsi (taşbaskıda Ziyâ Paşa) devirleri meydana getirir. Fâik Reşad, bu on iki devri edebiyat tarihinin umumi seyri ve edebî inkişaf bakımından mânalandıran ikinci bir tasnifle de Âşık Paşa ile Zatî arasındaki devreyi Osmanlı şiirinin çocukluk devresi, Bâkî’ninkini olgunluk, Nef‘î ve Nâbî devrelerini yükseliş, Şeyh Galib devrini çöküş çağı olarak görür. Ona göre III. Mustafa ile Abdülmecid devri başlarına kadar olan zaman arasında bir sönük devre olup bunu önceki bütün devreleri gölgede bırakacak surette Şinâsi, Ziyâ Paşa, Nâmık Kemal, Ârif Hikmet ve Osman Şems gibi şairlerin yer aldığı devre yani Şinâsi devresi takip etmiştir. FÂik Reşad, her devreyi bir şair etrafında merkezleştirdikten başka bunları doğuştan çöküşe doğru bir seyir içinde gruplandıran, daha sonrası için hepsinden parlak bir gelişme ve oluş tanıyan bu devre taksiminin hangi ölçülere ve ne gibi esaslara dayandığını izah etme lüzumunu duymamıştır. Bir edebî devreyi diğerinden ayıran hususiyet ve farkları göstermediği için bütün bu tasnifler indî kalmaktan öteye geçmemiştir. Edebiyatın Osmanlılar’a Selçuklulardan devrolunduğunu ifade eden Fâik Reşad, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan önce ölmüş, Osman Gazi zamanını idrak etmekle beraber Osmanlı ülkesine ayak basmayan Sultan Veled’in de bu ülke dışındaki bir sahada yaşamış ve faaliyet göstermiş olmasına işaret ederek aruz veznini ilk defa kullanan o olduğu zannından hareketle Osmanlı şiirini Âşık Paşa ile başlatır. Kadı Burhâneddin ve özellikle Yûnus Emre’nin varlığını nazarı itibara almayan bu görüş daha o zaman tenkide uğrar. Gibb gibi Osmanlı edebiyatını sadece şiir dairesi içinde düşünen Faik Reşad nesri hemen hemen eserinin dışında bırakmış gözükür. Şeyhülislâm Yahya Efendi’ye kadar uzanan devreler içinde yalnız Darir ile Sinan Paşa’ya temasla yetinen müellif, eserini ders kitabı çerçevesi içinde sınırlı tutmak endişesinin yanı sıra daha ziyade giriş kısmında görüldüğü üzere eski nesri köhne ve gayri tabii bir iş sayan görüşe tâbi olmuştur. Bütün bu yönlerine rağmen edebiyat tarihinin çeşitli meseleleri üzerinde duran ve onun ne olduğunu anlatmaya yönelik “Medhal”i ve bahis konusu ettiği şairler hakkında bilgice daha vukuflu ve sağlam yapıda oluşu ile Fâik Reşad’ın eseri, kendinden Önce Abdülhalim Memduh (1888) ve Şehabeddin Süleyman’ın (1910) ortaya koydukları Târih-i Edebiyyât-ı Osmâniyye’lere nisbetle daha ileriye doğru atılmış bir adımdır. İkinci ve esas baskısı tamamlandığı sıralarda Fuad Köprülü’nün “Türk Edebiyatı Tarihinde Usûl” adlı yazısının gerçek ve modern bir edebiyat tarihi anlayışını gözler önüne serdiği (Bilgi Mecmuası, nr. 1, Teşrînisanî 1329, s. 3-52), hemen arkasından da Şehabeddin Süleyman ile ortaklaşa hazırlanmakla beraber bütününe kendi damgasını vurduğu Yeni Osmanlı Târih-i Edebiyâtı’nın gözüktüğü bir devir için, halk şiirini “yâve” diye gören, Ali Şîr Nevâî’yi ve Çağatay edebiyatının bütün şairlerini Acem sayan Fâik Reşad’ın eseri gecikmiş bir eserdi. Onun, yayımlanış tarihinden yirmi yirmi beş yıl önce meydana konmuş olsa edebiyat tarihimizi derleyip toplama yolunda ileriye doğru bir merhale ifade edebilecek Târih-i Edebîyyât-ı Osmâniyye’si kusurlu bulunan bazı yönleriyle tenkit edilse de hararetle karşılanmış, yıllarını verdiği bu sahadaki vukufu kabul edilen bir üstadın elinden çıkmış olması itibariyle kendine ayrıca bir ehemmiyet atfolunmuş, hakkında toplu ve sağlam bilgi edinilebilecek çalışmalardan yoksun kalan bir vadide memleketimizde ilk defa hazırlanmış benzeri bulunmaz eser olarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmelerde, Abdülhalim Memduh ile Şehabeddin Süleyman’ın Târih-i Edebiyyât-ı Osmâniyye’leri onunki ile mukayese edilmek şöyle dursun hiç yokmuş gibi kale bile alınmaksızın memleketimiz için sahasında ortaya konulmuş tek eser olduğu üzerinde ittifakla durulan bir nokta teşkil eder. Fuad Köprülü, müellifinin şahsî meziyetlerini öne alarak bir yandan bunları belirtirken öte yandan eseri edebiyat tarihinin ilmî usullerine uzak kalmış olması yönünden tenkit eder. Yayımlanışının ardından ilkin Cem Sultan hakkındaki kısmı hemen gazete sütununda yer bulan (Peyâm Edebî İlâve), nr. 6, 2 Kânunusâni 1329, s. 7) kitap hakkında tenkit ve takdirin bir arada yer aldığı şu yazılar birbirini takip eder: Köprülüzâde Mehmed Fuad’ın, “Târih-i Edebiyyât-ı Osmâniyye” (Tasvîr-i Efkâr, nr. 935, 26 Teşrnisaâni 1329/9 Kânunuevvel 1913) ve “Bizde Tarih ve Müverrihler Hakkında” (Bilgi Mecmuası, nr. 2, Kânunuevvel 1329, s. 192-196; önceki yazının küçük değişikliklerle tekrarıdır) adlı yazıları ile “Yeni Kitaplar - Târih-i Edebiyyâtı Osmâniyye” (Peyâm Edebî İlâve nr. 7, 7 Kânunusâni 1329, s. 7) isimli makale.
5. Kemal ile Muhaberemiz (İstanbul 1326). İç kapağında “Edîb-i ‘Azam Kemal” başlığını taşıyan eser. Fâik Reşad’ın Nâmık Kemal ile tanışmasına vesile olan edebî hadise ile aralarındaki mektuplaşmayı ve kendisinin ona dair hâtıralarını anlatır.
6. Târîh-i Matbuat-ı Osmâniyye. Kendi İfadesinden anlaşıldığına göre Türk basın hayatının 1870 1i yıllardan bu yana çeşitti hadiseleri ve orijinal tipteki insanları ile macera ve tarihini anlatan hâtıralarla örülü bir eserdir. Bu âlemin bilinmeyen taraflarını gün ışığına çıkaracak, içinden gelip geçmiş, kimisinin adı bile bilinmeyen simalarının portrelerini verecek olan bu eser, üzerinde yıllarca uğraştıktan sonra tamamlanmak üzere iken İshak Paşa yangınında bütün müsveddeleriyle yok olmuştur. Eserin, bir vakitlerin emektar gazetecisi Lehli Hayreddin ile Medeniyet gazetesi sahibi Ârifâki hakkındaki kısmı yangından bir yıl önce yayımlandığı için (Musavver Nevsâl-i Osmânî, İstanbul 1326, II, 155-166) kurtulabilen yegâne sayfalarıdır.
Faik Reşad’ın edebiyat tarihini ilgilendiren çalışmaları arasında, “İhyâ-yı Âsâr” başlığı altında yaptığı Dîvânçe-i Vecdi (İstanbul 1308), Azerî İbrahim Çelebi’nin Nakş-ı Hayâl (İstanbul 1313) neşirlerinden başka Fuzûlî’nin Gayr-ı Matbu Eş‘ârı (İstanbul 1314) adlı eserinin yanı sıra tezkiresinin basılması münasebetiyle Sehî hakkında kaleme aldığı incelemesini de zikretmek gerekir (Âsâr-tıEslâfdan Tezkire-i Sehî, İstanbul 1325, s. 141-144). Faik Reşad, yayın sahasına konulan Latîfî tezkiresi için de aynı şekilde tanıtıcı bir yazı kaleme almıştır (“Cevdet Beyefendi’ye”, Âsâr-ı Eslâf Tezkire-i Latin, İstanbul 1314, s. 375-381).
B) Kitâbete Dair Eserleri. Fâik Reşad ın yazı yazma usulleriyle resmî ve hususi yazışma ve mektuplaşmalara dair farklı ve yeni bir metot zihniyetiyle hazırladığı eserler çeşitlidir. Bunlar benzerlerinden çok üstün bulunduğundan geniş bir rağbet görmüş, defalarca basılmıştır. İçlerindeki seçme örnek metinlerle bunlar aynı zamanda birer antoloji gibidir.
1. Amelî ve Nazari Ta‘lîm-i Kitâbet yâhud Mükemmel inşâ (İstanbul 1307, 4. bs. 1313). Çıktığı yıl içinde hemen ikinci baskısı yapılan bu eser zengin ve sistematik muhtevası ile büyük bir ilgiyle karşılanmış, uzun seneler idâdîler ve yüksek okullarda okutulmuştur. Tanınmış yazar ve edebiyatçılarımızdan seçme metinlere de yer veren eser hakkında Ahmed Midhat çok övücü bir makale yazmıştır (Tercümân-ı Hakikat, nr. 3834, 13 Nisan 1307).
2. Ta‘lim-i Kitâbet, Zeyl 1: İmlâ ve Galatât (İstanbul 1308). İkinci baskısı Rehber-i İmlâ adıyladır (1309).
3. Ta‘lîm-i Kitabet, Rehber-i Esmâ-i Türkiyye (İstanbul 1308, Ali Nazıma ile birlikte).
4. Numûne-i Şi‘r ü İnşâ (İstanbul 1308, 2. bs. 1312). Birinci kısmı kitabete dairdir. İkinci kısımda nazım hakkında teknik bilgiler yanında divan şiiriyle yeni şairlerden seçme metinler yer alır.
5. Fenn-i İnşâ (İstanbul 1310, 3. bs 1315). Konu hakkında çok derli toplu bilgiler veren eser, çeşitli kategoriden mektup örnekleriyle ifadede dikkat edilmesi gereken hususları gösteren nesir tahlillerini içine alır.
6. Numûne-i Kitabet ve Fenn-i İnşâ (İstanbul 1311; eser hakkında bk. Hazine-i Fünün, III/32-33, 19 Kânunusâni 1311, s. 364).
7. İlaveli Numûne-i Kitâbet (İstanbul 1315).
C) Seçme Metin ve Kıraat Kitapları.
1. Yem Letâif-i İnşâ (İstanbul 1307). Mustafa Refik’in Çaylak Tevfik tarafından yapılmış zeyliyle birlikte beş kitaptan meydana gelen Letâif-i İnşâ adlı eserinin devamı olan kitap, divan edebiyatının meşhur simaları ile Tanzimat sonrası Türk edip ve yazarlarından seçilmiş nesir örneklerini bir araya getirir.
2 Muharrerât-ı Nâdire yâhud Hazîne-i Müntehabât (İstanbul 1307). Önceki eserin yeni bir ad altında devamı olan kitapta, ondan farklı olarak ağırlık yenileşme devri Türk yazarlarından seçilen metinlere verilmiş, Epiktet dahil bazı Batılı müelliflerden yapılan tercümeler de konulmuştur.
3. Camiu’l-iber (İstanbul 1308). Yerli ve yabancı kaynaklardan taranmış vecizeler ile hikmetli sözleri alfabe sırasıyla bir araya getiren eser mensur ve manzum olmak üzere iki kısımdır. Eski alfabenin on birinci harfi olan “z”ye kadar olan manzum kısmı yarım kalmıştır.
4. Kıraat (I-V, İstanbul 1311-1314). Mektepler için tertip edilip defalarca basılan toplam 1144 sayfalık eserin son iki cildi İbrâhim Aşkî ile birlikte hazırlanmıştır. Bu okuma kitabında ansiklopedik bilgiler verecek, ilme ve çalışmaya teşvik edici imzasız parçalar yanında özellikle Muallim Nâci, Recâizâde Ekrem, İsmail Safâ ve Tevfik Fikret’ten seçilen şiirlere geniş ölçüde yer verilmiştir.
5. Tarz-ı Nevîn-i Kıraat (I-V, İstanbul 1329-1331). II. Meşrutiyet devrinin havası içinde farklı bir zihniyetle mektepler için hazırlanmış olan eserde “Büyük Adamlarımız” başlığı altında tarihî şahsiyetleri tanıtıcı parçalarla vatanî duyguları işleyen ve millî tarihimizi ele alan eserde birçok metin yer aldıktan başka son cildinde Fuzûlî, Bakî, Nedîm, Nefî, Hersekli Arif Hikmet, Şinâsi, Muallim Nâci, Recâizâde Ekrem ve Ebüzziyâ Tevfik’in edebî portreleri çizilmektedir.
D) Fıkra Derlemeleri. Öteden beri Osmanlı müelliflerinin ilgisini çektiğinden özellikle XIX. asrın son çeyreğinde üzerlerinde çeşitli derlemeler tertiplenmiş nükteli fıkralara merakı olan Fâik Reşad bu alanda çalışmayı sevmiş, başkalarınkinden muhteva ve tertipçe daha farklı olan şu eserleri hazırlamıştır:
1. Gencîne-i Letâif (İstanbul 1299). Müellifin yayımlanmış ilk kitabı olan eserde Arapça, Farsça ve Fransızca’dan nakledilenler yanında Türk kültür hazinesinden zevk ve titizlikle derlenmiş fıkralar çoğunluğu teşkil etmektedir.
2. Mecmûa-i Letâif. Zeyî-i Gencîne-i Letâif (İstanbul 1315). Önceki eseri değişik malzemeyle devam ettiren yeni bir derlemedir.
3. Küliyyât-ı Letâif (I-II, İstanbul 1328). Hayatının son yıllarında aynı konuya tekrar dönen müellifin bu eseri bu alanda meydana getirilmiş derlemelerin en zengini olduktan başka çok daha fazla sayıda kaynağın taranmasıyla elde edilmiş 1596 fıkrayı konularına ve bahis konusu ettikleri şahısların meslekî ve sosyal tabakalarına göre yirmi yedi grupta toplayan tasnifiyle diğerlerinin hepsinde daha üstündür. Fâik Reşad kitabının önsözünde fıkraların kültürümüz için değerini belirtirken Batı’ya ait sanılan birçok fıkranın esas kaynağının bizden geldiğine dikkat çeker. “Şimdiye kadar emsali görülmemiş surette mükemmel letâif mecmuasıdır” kaydını taşıyan eserin belirtilmesi gereken diğer mühim bir tarafı tarihî şahsiyetlerimize, bu arada eski ve yeni meşhur edebiyatçı ve yazarlarımızla ilgili fıkralara geniş ölçüde yer vermesidir. Eserin edebiyatçılarla tanınmış kalem sahiplerine ait fıkraları bir araya getiren üçüncü faslı ile (I, 111-189) âlimler ve meşâyihe dair dördüncü faslı (I, 190-227) meşhur adamlarımız hakkında bir kaynak değerini taşımaktadır. Divan şairlerine dair pek çok fıkra arasında edebiyat tarihinin şöhretleri gözükürken yeni devirlere ait olanlar içinde özellikle Nâmık Kemal, Muallim Nâci, Hersekli Arif Hikmet, İbnülemin Mahmud Kemal’in simaları belirir. İlgili fasılların son taraflarında Arap ve Fars şairleriyle Batılı edebiyatçılara dair fıkralar da yer bulmaktadır.
E) Edebî Eserleri. Bütün bu çalışmaları yanında edebiyat sahasında da eser vermekten geri kalmayan Faik Reşad’ın şu yayınları bulunmaktadır: Güldeste: Mecmûa-i Âsâr-ı Reşâd (İstanbul 1304). “Divançe” de dediği ilk kısmı onun eski tarz şiirlerinden ibarettir. Bazı mektup ve edebî mensurelerle Fransız edebiyatından yaptığı birkaç tercüme ve bir de hikmetli sözler eserin mensur kısmını meydana getirir. Kitabın ilâvelerle genişletilmiş yeni baskısının yapılacağı haber verilirse de (Nevsâl-i Asr, s. 155) bu gerçekleşmediği gibi bütün şiirlerini topladığı mecmuası da yangında yok olmuştur.Romanları.
1. Hikâye-i Aristonous (İstanbul 1306). Fenelon’un Telemaque tarzında bu addaki terbiyevî eserinin hulâsası olan bir kitapçıktır.
2. Ümid yâhud Bir Kâtilin Âkıbeti (İstanbul 1307). Trablusgarp’a giderken yolda uğranılan Malta adasında duyduğu bir aşk hikâyesini gerçekçi bir şekilde anlatır.
3. Netîce-i Sefâlet (İstanbul 1315).
4. Sergüzeşt-i Hulûsî (İstanbul 1317).
Faik Reşad ayrıca mektep kitabı olarak şu eserleri de vermiştir: Muhtasar Osmanlı Tarihi (İstanbul 1309); Resimli Lugat (İstanbul 1309, Ahmed Rasim ve Halil Vâkıd ile beraber). Ali Nazîmâ ile birlikte hazırladığı Mükemmel Osmanlı Lügatı ise (İstanbul 1319) sahasının başarılı ve kayda değer eserlerinden biri olmuştur.