Her Türlü yalan, iftira, kumpas, rüşvet, haraç, havuz, entrikanın mubah olduğu bir düzen…
Nuh Gönültaş 01 Ocak 1970
17 Aralık'tan bu yana ülkemizde nasıl bir düzen işliyor? Kesinlikle söyleyebilirim ki bir olağanüstü dönem yaşıyoruz.
O günden bu yana sürüp giden de günden güne baskısını artıran bir tür darbe düzeni.
-Yani, hukukun, adaletin, güvenliğin ortadan kaldırıldığı...
-Her türlü yasal teminatın bizzat seçilmiş hükümet tarafından yok edildiği...
-Yargı bağımsızlığının fiilen bitirildiği...
-Kuvvetler ayrılığının tek elde toplandığı...
-Hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukukunun getirildiği...
-Masumiyet karinesi denilen evrensel ilkenin tamamen devre dışı bırakıldığı…
Peki ne için?
Bu çok net. Ortaya çıkan yolsuzluk dosyalarını örtbas etmek, ortadan kaldırmak, suç niteliğini zayıflatmak için...
Peki bu durumun sürdürülebilirliği mümkün mü?
Elbette değil. Bu sürdürülebilir bir durum değil. Mümkün olduğunca süreyi uzatmak ve böylece yasal mevzuatı ve konjonktürü lehlerine çevirme düşüncesindeler.
Yani bu gün yapılan her şey 17 Aralık'ta ortaya dökülen kirli çamaşırların temizlenmeden ortadan kaldırılabilmesi için yapılıyor.
Bu yapılanlar normal bir süreçte hükümetlerin tek başına yapabileceği icraatlar değil.
Türkiye 17 Aralık'tan sonra hükümetin kendini kurtarmak namına yaptığı ve adına "sivil darbe" diyebileceğimiz olağanüstü bir baskı rejimi ile yönetiliyor.
28 Şubat'tan da beter bir baskı rejimi bu.
28 Şubatçıların uydukları bir yasal mevzuat, antidemokratik de olsa ahlaki açıdan gidebilecekleri bir sınır vardı.
Bunlar hiçbir sınır tanımıyor.
Ne dünyevi ne uhrevi hiçbir kural, kaide, ilke tanımıyor.
Yalan, iftira, kumpas, entrika, rüşvet, haraç, havuz her şeyin kendileri için mubah görüldüğü bir düzen kuruyorlar.
Makyavel bunların yanında halt etmiş. Amaçlarına giden her yolu mubah görüyorlar ve bunu meclisi kullanarak yasal olarak da kendi lehlerine düzenliyorlar!
Yargıya müdahalenin bundan daha iyi belgesi olmaz!
Bu nasıl bir anlayıştır!
Başbakan ofisine aracına veya bulunduğu başka yerlere böcek koyduğunu iddia ettiği bazı polisleri suçluyor.
Olabilir, suçlayabilir.
Konu yargıya intikal etmiş.
Emniyet aşamasında suçlanan polislere işkence edilmiş.
Sonunda suçlanan polislerin bir kısmı savcı, bir kısmı da hakim tarafından serbest bırakılmış.
Bunun üzerine Başbakan tarafından yapılan açıklama şöyle:
"Başbakan’ın ofisine böcek koyanlar bırakılıyor. Burada paralel yargı yoksa nerede var? Bu iş burada bitmez. Hakkımı sonuna kadar kullanacağım..."
Madem Başbakan böyle düşünüyor, o polisleri niçin mahkemeye sevk ediyor ki?
Madem karanını vermiş, madem sözü edilen polisler hakkında "Ofisime böcek koyanlar kesinlikle bunlar" kesin bir kanaat belirtiyor, olayı mahkemeye intikal ettirmeye ne gerek var?
Böyle bir hukuk düzeni olur mu? Eğer böyle bir hukuk düzeni işletilecekse ne gerek var hakime, savcıya değil mi?
Mahkeme Başbakan’ın kanaatini karar haline getirecekse ne gerek var mahkemelere...
Başbakanın yargıya müdahalesi ilk değil. Hatırlarsanız İlker Başbuğ'un cezaevine girmesinden sonra yaptığı açıklama da "Tutuksuz yargılanması gerekirdi" gibi bir açıklama yapmıştı.
Adana'daki TIR’lar olayında da, yine Adana'da hukuksuz dinleme yaptığı iddia edilen polislerin serbest bırakılmasında da yargıya açık müdahale anlamına gelen sözler söyledi.
Bu gerçekten çok tuhaf bir durum. Açıklaması, anlaşılması, ifade edilmesi, kategorize edilmesi zor bir durum.
Aynı başbakan Balyoz tutuklularının Anayasa Mahkemesi'nin kararına istinaden serbest kalmasını "Biz olmasak onları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bile kurtaramazdı" diye açıklayabiliyor.
Bu ne garip, ne anlaşılmaz bir haletiruhiye. Şu işe bakar mısınız?
Dava AHİM'e intikal ettiğinde bile serbest kalacağına ihtimal vermediği bir davanın mahkûmlarının serbest kalmasını da kendilerin sağladığını söylüyor.
"Peki öyle değil mi" diyecek olanlara da "Elbette 2010'daki Anayasa değişikliğine Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkını biz getirdik" diyor.
Referandumda evet diyen herkesi kendi hanesine yazıyor. Sonra da referandumda evet dediği çok açık, belirgin, net, hiçbir şaibeye imkân vermeksizin kesin olan bir camiayı Balyozcuları içeri tıkmak için kumpas kurdular diye suçluyor!
Aynı Anayasa Mahkemesi Twitter ve YouTube yasağına bireysel başvuru hakkını kullanan vatandaşların başvurularında aykırı karar verince başka tepki veriyor.
Hukuki kararlar karşısında bu ikili tavır hukukun çanına ot tıkıyor, onu işlemez hale getiriyor.
Bakalım Ankara seçimleri ile ilgili bireysel başvuru hakkında Anayasa Mahkemesi kararı açıklanınca nasıl bir tavır göreceğiz?
Karar belli değil ama yaşananlardan tavrı tahmin etmek hiç de zor değil!
Günün Tweet'i
"Bak sen, Libya bile Türkiye'nin sabrını test etmeye kalkışmış..."