12 Eylül Hâlâ Canlı
Ali Sirmen 01 Ocak 1970
12 Eylül’ün son iki kalıntısı yargılanıp ömür boyu hapis cezasına çarptırılalı 10 gün oluyor.
Türkiye öylesine garip, gündemi öylesine yüklü, hızlı ve değişken bir ülke ki, herkes davayı da unuttu, Evren’i ve Şahinkaya’yı da. Şimdi gidip sorsanız birine “Evren ne oldu? Nerede” diye alacağınız cevap şundan farklı olmayacak:
- Sahi yahu Evren ne oldu? Nerede şimdi?
Bunda davanın bir kıymeti harbiyesi olmaması kadar yargılananların da önemlerinin kalmamasının biraz da, 12 Eylül darbesinin geçmişte kaldığının sanılmasının rolü var.
Ne var ki, 12 Eylül’ün geçmişte kaldığını düşünenler yanılıyorlar.
Evet, 12 Eylül yargılandı. Ama gerçek müsebbipler, işkenceciler, hukuk çiğneyenlerin kalanlarıyla hesaplaşıldı mı?
12 Eylül’ün zihniyeti ve uygulamaları iktidardayken 12 Eylül ile nasıl hesaplaşılsın ki?
12 Eylül’de içeri alınan kimi tosuncuklar şaşkınlıkla söyleniyorlardı, “Bu nasıl iştir, fikirlerimiz iktidarda biz hapisteyiz” diye.
Oysa yadırganacak bir yön yoktu. Bir sonraki aşamaya geçilmiş, onların işleri bitmişti. Yeni egemenlerin de onları yargılamalarında yadırganacak yön yoktu. Zaten aynı felsefenin takipçisi olduklarından, davalardan da bir şey çıkacağı yoktu.
***
12 Eylül duruşmaları başladığında Evren’in algısı açıktı. Bilmiyorum, o ya da Şahinkaya şu soruyu kendilerine hiç sormuşlar mıdır?
- Bizim yöntemlerimiz ve uygulamalarımız iktidarda biz neden yargılanıyoruz ki?
Çaresizliğin ifadesi olmaktan başka anlam taşımayan sorunun yanıtı hiç değişmedi:
- İşleviniz bitti, size ihtiyaç kalmadı, onun için tasfiye edildiniz.
Olaya bu perspektiften baktığınızda, 12 Eylül felsefesinin bazı farklarla sürdüğünü de görürsünüz.
12 Eylül sürecini, salt Evren takımının askeri darbesi ve Kenan Evren’i de baş oyuncu olarak görürsek yanılırız.
12 Eylül’ü aslında Türkiye’yi küreselleşen düzene eklemlemeyi amaçlayan bir süreç olarak görür ve ilk bölümünün baş oyuncusunun da, 24 Ocak kararlarının mimarı Özal olduğunu ve orada Evren ile silah arkadaşlarının birer figürandan başka bir şey olmadıklarını kavrarsak, olayı doğru okumuş oluruz.
Tabii aradan geçen 30 yılı aşkın sürede, kimi koşullar değişmiş, yeni çözümler kapıyı çalmaya başlamıştır.
Artık 12 Eylül’ün baskıcılığını küreselleşmenin asla tahammülü olmadığı, ulus devlet çerçevesi ve üniter yapı içinde değil de, ümmet, mezhep birimlerine dayalı, şimdilik federal veya konfederal bir model içinde yürütmeye amade bir yönetimle götürmek gereği doğmuştur.
***
Bu askeri darbenin başaracağı bir iş değildi. Zaten gittikçe karmaşıklaşan bir bölgede ve genişleyen ekonomik ilişkiler çerçevesi içinde, artık askeri darbeye de yer yoktu. Aynı sonuca demokrasiyi sandık darbeleriyle dönüştürecek bir sivil yönetim ile ulaşmak mümkün olunca, neden askeri darbede direnilsin ki?
Evet, artık askeri darbenin dönemi geçmiştir. Dikkat buyurunuz, dönemi geçen yalnızca askeri darbedir, yoksa bütün darbeler değil.
Asker kökenli silahlı devlet terörü, şimdi yerini onun kadar baskıcı, korkutucu sivil darbenin terörüne bırakırken, ulus devlet yapıları da küçük etnik kimlikler, mezhepsel talep ve çözümlerle parçalanmaktadır.
Bu süreçte modeller, baskılar, amaçlar aynıdır, yalnızca giysiler farklıdır.
Olaya bu açıdan bakıldığında, 12 Eylül’ün, askeri darbeden sivil darbeye evrilerek sürdüğünü görmemek mümkün değildir.
Evet 12 Eylül değişiyor, ama hâlâ yaşıyor. 12 Eylül’ün adı öne çıkanları dahi farkında olmasalar da gerçek aynen böyle.