AKP’nin 12 Eylül ile barışı ve YÖK
Ali Yurttagül 01 Ocak 1970
Son aylarda, belki de son birkaç yıldır AKP’nin giderek 12 Eylül darbesinin kurumsal kalıntılarına sahip çıktığını ve bu kurumları toplumu denetleyen, “yandaş” bir iktidar aracına dönüştürme girişiminde olduğunu görüyoruz.
Örneğin partinin artık “sivil anayasa” gibi destek tabanının toplumun sol ve liberal kesimlerine kadar inmesini sağlayan projeleri rafa kaldırışı, hatta 12 Eylül harabesinin kalıntılarını sahiplenişini izliyoruz. Artık AKP ve genel başkanı, seçimlerden başarı ile çıkarsa cumhurbaşkanı olarak “Anayasanın verdiği tüm yetkileri” kullanacağını dillendirerek, sadece mevcut anayasayı savunmuyor, bu anayasanın darbeci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in bile kullanmadığı yetkilerini de kullanacağı sinyalini veriyor. “Darbe var” söylemi ile yangından mal kaçırır gibi alelacele kabul edilen ve Türkiye’yi sadece germekle kalmayan, demokrasi ve AB sürecinden de uzaklaştıran, HSYK, İnternet, MİT gibi kanunlar da AKP’nin baskıcı bir iktidar arayışı içerisine girdiğine işaret ediyor. Gündeme gelen yeni YÖK yasası ve düzenlemeler, bunun yeni bir örneği. Bilindiği gibi YÖK, 12 Eylül’ün üniversiteleri kışlaya çevirmeyi amaçlayan kurumsal yapılanması idi. Artık AKP de özerk üniversiteler istemiyor.
Üniversitelerde özerklik, demokratik toplumlarda iki açıdan hayati bir önem taşımaktadır. Özerk eğitim ve bilim dünyası üniversitelerde düşünce ve araştırma hürriyetinin altyapısını oluşturur. Bunlar bilime geniş ufuklar açan çalışma şartlarının garantisi gibidir. Amerika Birleşik Devletleri’nde teknolojinin merkezlerine biraz yakından bakmak, özerk üniversiteler ile çağ açan bilimsel gelişmelerin ne kadar iç içe olduğunu görmek için yeterlidir.
Özerklik, aynı zamanda hür düşünen birey ve araştırmacıların yetiştirilmesi için ön şarttır. Zira üniversiteler bir eğitim kurumu olarak toplumu şekillendiren, değer yargılarının genç bireylerde olgunlaştığı kurumlardır. Özerklik üniversitelerde öğrenci ve yönetici kadrolara yönetme ve yönetime katılma sorumluluğu verdiği için, ülke çapında demokrasi pratiğini üniversite duvarları arasında yaşama olanağı sağlar. Yani demokrat, hür düşünen, toplum ve kurumlar arası ilişkilerde sorumlu ve katılımcı bireyler yetiştirilmesinde önemli bir araçtır. İşte bu yüzden özerk üniversiteler, demokrasilerin kurucu yapılanmalarından biridir.
Ülkemizi kışlaya çeviren ve kışla kültürü ile yöneten 12 Eylül darbecileri için demokrasi, hürriyet, sorumlu birey veya kurumlar arası ilişkiler veya özerklik hiçbir zaman değer kaynağı olmadı. Onlar üniversitelere güvenlik gözlüğü ile baktıkları gibi, genç nesillerin demokrasi arayışlarını da düzeni tehdit eden eylemler olarak gördüler. YÖK, bu bakış ve kültürün kurumsal ürünüdür. Tüm üniversiteleri merkezden yöneten, denetleyen, disipline eden bu kurum, üniversitelerde baskı rejiminin sembolüdür diyebiliriz. Şüphesiz bu kurum içerisinde de değerli insanlar olabilir, vardır. Kurumsal varlığı baskı olan YÖK gibi bir oluşumda demokrasi ve bilimde hürriyeti savunmak, kışlada demokrasiyi savunmak gibi bir şeydir. Mümkün olmadığı gibi, eşyanın tabiatına da aykırıdır. Bu yüzden Türkiye için çözüm, sivil bir anayasa ile YÖK gibi 12 Eylül’ün harabe kalıntılarını temizlemek, demokrasi ve hürriyetlerin önünü açmaktır.
Basına yansıyan, özel ve vakıf üniversitelerini de YÖK denetimine alan, mütevelli heyetlerinin YÖK tarafından belirlenmesini öngören, tıp fakültelerini sağlık bakanlığına bağlayan AKP projelerine bakarsak, bu partinin 12 Eylül kurumlarını araç olarak keşfettiğini, hatta 12 Eylülcülerin bile hayal edemediği boyutta kullanmaya yöneldiği görülüyor. Gezi olayları ve 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları ile sarsılan AKP’nin de artık Türkiye’ye güvenlik gözlüğü ile bakmaya başladığından şüphe yok diyebiliriz. Günaydın 12 Eylül...