Laik müminin imanına gıpta etmek
Gökhan BACIK 01 Ocak 1970
Yaklaşık bir yıl önce Ankara’ya taşındım.Trafik sıkıntısıyla uğraşmamak için çalıştığım üniversiteye yakın bir mahalleye yerleştim. Zamanla fark ettim ki yeni mahallem popüler ifadeyle “laik bir mahalle.”
Laik mahallede hayat
Yeni mahallemde insanların çoğu “hâlihazır hükümete çok sert eleştiriler yönelten gazeteler” okuyor.
Son yerel seçimde değil bundan önceki neredeyse bütün seçimlerde çok büyük oranda Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy verilmiş. Bazı evlerin pencerelerinde Atatürk resimleri hep asılı.
Laik mahallenin en önemli özelliklerinden birisi evcil hayvanlar. Her apartmanda köpek sahibi olan aileler var. Zamanla laik mahallede insan benimsenmiş bir hayvan sevgisinin olduğunu anlıyor.
Neredeyse herkes balkonda kuşlara kurumuş ekmekleri koyuyor. Mahallenin birkaç yerinde sokak hayvanları ve kuşlar için gıda ve su konulan alanlar var.
Muhafazakâr bir çevrede yetişmiş biri olarak yeni mahallemin en sevdiğim tarafı herkesin birbirine selam vermesi oldu.
Diğer güzel bir nokta ise akşam üstleri sokaklarda akordeon veya keman çalarak gezinen “dilenciler.”
Mahallenin psikolojisi
Türkiye’deki sert politik atmosfer “laik mahallede” bir travma etkisi yaratmış.
Bir komşum “Hocam kaç yıldır evde haber izlemiyoruz” dedi.
Siyasette dindar-laik ekseninde yapılan “salvolar” insanların evlerine girmiş. Böylece laik mahalle, mahalle olmaktan çıkmış adeta bir sığınak olmuş.
Burada konuştuğum bazı insanlarda çok açık “kendi vatanında parya” olmak duygusunu gördüm. Bilindiği gibi “kendi vatanında parya” olmak aslında muhafazakârların çok sevdiği bir ifadeydi.
Ramazan ve “laik iman”
Ramazan ayı “laik mahallemizde” bildik alametlerle ama sakin biçimde geldi. Geceleri insanlar sahura kalksın diye davulcular sokaklarda geziyor. Ama kamusal alanda Ramazan’ın geldiğini gösteren süs, afiş gibi şeyler yok.
Ekonomik olarak orta üst sınıf sayılabilecek mahallede aslında her türlü olayın sakin –eskilerin ifadesiyle şatafatsız- karşılandığını söyleyebiliriz. Geçen seçimler de böyle olmuştu. Etrafta neredeyse çok az sayıda parti afişi vardı.
Mahallenin fırını bile imsakiyeleri iki türlü basmış. Birinde Atatürk’ün resmi var diğerinde oruç tutmanın fazileti üzerine bir hadis var. Benzer esnaf tepkisini Gaziantep’te de görmüştüm. El halısı dokuyan esnaflar bir yandan Che Guavere’nin diğer yandan Said Nursi’nin resminin dokunduğu halıyı vitrine koyardı.
Bir atasözümüz “para ile imanın kimde olacağı belli olmaz” der. Anadolu’da bir köyde doğmuş ve geleneksel muhafazakâr ortamda büyümüş birisi olarak hayli laik bir mahallede geçirdiğim bir yıl bana bu sözün doğru olduğunu gösterdi.
Geceleri sahura kalkan, akşam üstü fırında pide için kuyruğa giren “laik müminleri” görünce bazen onların imanına gıpta ettim.
Neden? Çünkü bu insanlar iman ve ibadetlerini hiçbir açıdan dünyevi olarak kullanmıyorlar.
Tuttukları oruç yani dindarlıkları bu laik müminlere ekonomik fayda sağlamıyor. Dindarlığın sağladığı siyasi ve ekonomik ilişkiler ağı laik müminler için bir şey ifade etmiyor.
Aksine Ramazan pidesi sırasında bekleyen bu insanlar dini anlamamakla, dinden kopmakla eleştiriliyor. Bazen bu insanların dindarlığı sorgulanıyor.
Hâlbuki laik müminlerin oruçları veya başka ibadetleri “para etmiyor”, siyasete tahvil edilemiyor.
Peki “dinden kopmakla eleştirilen bu laik müminler hiçbir ekonomik ve siyasi karşılığı olmadığı halde neden oruç tutuyorlar?”
Hâlbuki biz muhafazakârlar dindar olmanın türlü nimetlerini bu dünyada epey gördük.
İsteseler bile oruçlarını siyasi ve ekonomik hiçbir menfaate çeviremeyecek olan laik müminlerin onları temmuz sıcağında 17 saatten fazla aç, susuz bırakan imanına gıpta etmemek mümkün mü?