Roma alevlere gark olmadan...
Gültekin Avcı 01 Ocak 1970
Çileli ve belalı bir hayata kim talip olmak ister?
Büyük İskender’in ihtişamlı ve menfaat vadeden gölgesinde serinleyip semirmek varken, fazilet ve erdem dolu bir yaşam uğruna Diogenes gibi fıçılarda ömür sürmeye talipli kaç kişi çıkar?
Diogenes gündüzleri elinde fener “adam aramaya” devam edecek.
Hep horlanacak her daim aşağılanacak.
İşte bunun içindir ki İskender, “İskender olmasaydım, Diogenes olmak isterdim” dese de hiçbir zaman Diogenes ruhuna teşne bile olamayacak.
Istıraba, yokluğa, ateşlere ve İskenderler’in gazabına talip olmadan adam olunmaz.
Tarih tekerrür eder, Diogenesler ezilmeye devam eder.
Tamporel Spiritüelin, komiser yoginin boğazından elini çekmeyecek besbelli.
Kıyamet de bundan kopacak ya o müstekbirlerin üzerine.
Ya ölüm ve kıyamet olmasaydı neye yarardı bu hayatlar, sevinçler, sevgiler ve ıstıraplar?
Biz ise bugünlerde değerler katliamına dur diyecek adam arıyoruz dahası bir de devlet adamı.
Popülist ihtirasların kucağından özgür düşüncenin boynuna kement atan, hukuk ve ahlakın yaman hasmı postmodern Neronlar’a “dur” diyecek bir devlet adamı.
Cumhurbaşkanı seçecek yığınlar.
Roma alevlere gark olmadan.
Zor bir gayenin ufkuna revan olmuş gidiyor kalabalıklar.
Mevlana’nın Şems’i yakıcı bir tasavvufi tutkuyla gökte ve yerde, görünen ve görünmeyen tüm ufuklarda hasretle araması gibi.
Muhayyel hesapların adamı
Ar ve hayâ sahibi bir devlet adamıdır özlenen.
Mevlana Celaleddin-i Rumî sitemkârdır dergâhta kendisini ziyarete gelen sultana.
Hiç yüz vermez.
Anadolu Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus ise hazretten bir nasihat beklemektedir.
O “kim olursan ol gel” diyen Mevlana ise Sultan İzzeddin’in yolsuzluklarından öfkelidir.
İlmin ve âlimin izzetini Sultan İzzeddin’in karşısında ezdirmez ve sözünü sakınmadan söyler:
—Ben sana ne diyeyim a sultanım! Sana çoban ol demişler, sen kurt olmuşsun. Sana bekçilik emretmişler, sen hırsızlık yapıyorsun. Allah seni sultan yaptı, sen şeytanın sözü ile amel ediyorsun!
İzzeddin, dergâhın kapısında gözyaşlarına gark olsa da, Mevlana’nın bu anlamlı sitemi, devlet adamından beklenen asgari ahlak ve erdemlere işaret eder.
Yunan-ı Kadim’den beri devlet erkanında iki profil göze çarpar:
Politika adamı ve devlet adamı.
İlkeli olanları tenzih ederek söylemeliyim ki politika adamı, önündeki seçimleri ve oy kazanma taktiklerini düşünür.
Bugünkü canlı kıyamet alametlerinin lafzıyla “oy ütme” azmindedir.
Politika adamında istikbal, kazanılması gereken seçimlerdir.
Uzak vadelerde muhayyel hesapların adamı değildir.
Dönemin halk kitlelerinde karşılığı varsa, pozitif veya negatif demeden tüm yol ve stratejileri sonuna kadar kullanır.
Devlet adamı seçeceksiniz
Bu yönüyle popülisttir.
Devlet adamı ise seçimleri değil ülkenin ve nesillerin istikbalini düşünür.
Gözü kalabalıklarca seçilemeyen sisli ufuklara bakar.
Zamanın menfaat meddücezirlerinden asude bir kayalıktan gözler memleketin endamını.
Hem günün hem istikbalin adamıdır o.
Tarihe hesap vereceğini düşünür ve titrer tarihin hükmünden.
Sultan 2. Abdülhamid dönemi sadrazamlarından Sait Paşa gibi.
Şapur Çelebi diye anılırdı Paşa.
Kimseye güvenmeyen son derece evhamlı bir yaradılışı vardı.
Makamına intikal eden dilekçe ve belgeleri teker teker kendisi okur tetkik ederdi.
Titizliği bu derece doruktaki Sait Paşa’ya bir gün bir dostu sorar:
— Paşa! Padişahtan korktuğun için mi bu kadar hassas ve titiz davranıyorsun?
Sait Paşa, “Hayır, padişahtan ötürü değil” der ve o müthiş cümleyi söyler:
— Tarihin hükmünden korktuğum için!
Politika, devlet adamı yetiştirmek için mümbit bir okul.
Ama tek okul değil.
Bugünlerde “yüzü kızarabilen” kişilerin devlet adamlığına uygun olduğu söylenmeli.
Politika adamı değil, devlet adamı seçeceksiniz unutmayın.
Önce dürüstlük, ar ve hayâ.
Çünkü ar ve hayâ yoksa bırakın devlet adamını, adam yoktur ortada.