Nasıl bir süreç bizi bekliyor?
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Haydi hayırlısı! Erdoğan, “ters köşe” yapmadı ve adaylığını ilân etti. Aslında seçilmesi ya da seçilmemesi pek bir şey değiştirmeyecek Türkiye’de. Seçilmezse, yeniden başbakan olarak yoluna devam eder mi? Bunu bilemiyorum ama şimdilik herkes seçilmemesi ihtimalini düşük görüyor.
Erdoğan, Çankaya’ya çıktığında –çıkabilirse- artık aktif siyasi denklemin içinde bulunmayacak. Elbette bir ağırlığı olacak. Hatta bu ağırlığı, kaçınılmaz bir şekilde, Abdullah Gül’ün Çankaya’daki ağırlığından daha fazla hissedilecek. Lâkin, mecburen anayasal sınırlar dahilinde hareket edecek. Zira Türkiye parlamenter bir demokrasi. Bunun anlamı, hükümet ve başbakanın parlamentoya karşı sorumlu olması; bir başka ifadeyle, güvensizlik oyuyla düşürülebilmesi. Dolayısıyla cumhurbaşkanı ancak parlamentodan güvenoyu alabilecek bir kişiye hükümeti kurma görevini vermek zorunda. Bu kişi, çoğunluktaki grubun, partinin genel başkanı; bir başkası değil.
Erdoğan seçilirse, süreç muhtemelen şöyle gelişecek:
AK Parti’de olağanüstü kongre. Genel başkanın ve Merkez Yönetim Kurulu’nun seçilmesi ve kongreyi kazanan genel başkanın başbakan olarak atanması.
AK Parti’nin yeni genel başkanı, 2015 genel seçimleri sonrasında, -Meclis grubunu da kendisi belirleyeceği için- çok daha büyük ağırlık kazanacaktır. Belki ilk başlarda Erdoğan müdahale girişimlerinde bulunabilir; gizli-açık bir çatışma ortaya çıkabilir ama 2015 seçimlerinin hemen sonrasında, AK Parti için yepyeni bir dönem başlayacaktır. Tabii ki AK Parti Kongresi de genel başkanını belirlerken, “2015’te kiminle başarılı oluruz” sorusuna cevap arayacaktır. Bu yüzden herhangi biri genel başkan seçilemez.
Diyelim ki Abdullah Gül –çok ufak bir ihtimal- siyasete arkasını döndü ve Erdoğan’ın istediği gibi, Ahmet Davutoğlu ya da Mehmet Ali Şahin genel başkanlık koltuğuna oturdu. Bir süre sonra bu kişiler de “emanetçi başbakan” olmayı kabul etmeyecektir.
Hayret
Tayyip Erdoğan, adaylığı ilân edildikten sonra dini yönü hayli ağır basan bir konuşma yaptı: “Allah’ım haksızlık, adaletsizlik ve zulümden bizi muhafaza eyle” dedi. Acaba yaptıklarını gerçekten göremiyor mu yoksa, görüyor da bizim görmememizi mi istiyor? Herkesi aldatabilirsiniz ama Allah her şeyi gören ve bilendir.
“Eski Fransa”, “Yeni Türkiye”
Fransa’da önemli bir operasyon gerçekleşti. Mali Suçlar ve Yolsuzlukla Mücadele Merkez Bürosu, Sarkozy’nin avukatı Herzog’u, ona bilgi sızdırdığı belirlenen savcı Azibert’i ve dosyaya adı karışan Bordeaux Yargıtay Başsavcısı Sassoust’u gözaltına aldı. Bu 3 kişiye isnat edilen suç, nüfuzunu kötüye kullanma ve soruşturmanın gizliliğini ihlâl.
Sarkozy hakkında 3 iddia mevcut: Kozmetik devi L’Oreal’in patronundan seçim kampanyası için yasa dışı yollardan para temin etmesi. (Bu dosyadan 2013 yılında takipsizlik aldı.) İkinci iddia, Libya devrik lideri Kaddafi’den gene seçim kampanyaları için milyonlarca euro alması. Ve Karaçi’de 11 Fransız teknisyenin ölümüyle sonuçlanan uluslararası ihalede komisyon skandalı.
Herzog ve Sassout’un, Sarkozy’nin avukatına L’Oreal davası hakkında bilgi sızdırdığı ileri sürülüyor. Soruşturma hâkimleri, yargı ve polis içinde Sarkozy’e bilgi veren bir şebekenin varlığından şüpheleniyor.
Son flaş gelişme… Libya’dan seçim yardımı temin etmek iddiasıyla Sarkozy de gözaltına alındı. Bu soruşturma kapsamında Sarkozy’nin telefonları gizlice dinleniyordu. Ancak Sarkozy’nin, telefonda aşırı dikkatli olmasından şüphelenen savcı, avukatını da dinlemeye aldı. Sonunda eski cumhurbaşkanının, polis ve savcı dinlemesinden kaçmak için, Paul Bismuth adına bir cep telefonu kullandığını tespit ettiler. Telefonda avukatı Herzog ile konuşan Sarkozy’nin, L’Oreal soruşturması kapsamında polis ve savcılardan bilgi sızdırdığını belirlediler. Yüksek gizlilik içeren dosyalara girme hakkı bulunan Azibert’in, Monaco’da üst düzey bir görev için bilgi vermeyi kabul ettiği belirtiliyor.
Tabii Sarkozy bu iddiaları inkâr ediyor ve suçu, Sosyalist Cumhurbaşkanı Hollande’ın üzerine atıyor.
Keşke biraz daha yaratıcı olsaydı. Belki o da bir “paralel yapı” bulabilirdi ama ne yaparsınız, onlar hâlâ “Eski Fransa.” Biz ise iftirasıyla, zulmüyle, adaletsizliğiyle “yeni Türkiye”yi yaşıyoruz