'Siyasal İslâm'ı besleyen 'sosyal İslâm'
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Amaç, daha kaliteli bir eğitim değil; farkında mısınız?
Dershanelerin kapatılmasından söz ediyorum. Kamuoyu araştırmalarına bakın ya da çevrenizdeki insanlardan soruşturun. “Dershaneler kapatılmalı” diyenlerin oranının ne kadar düşük kaldığını göreceksiniz. Öyleyse Tayyip Erdoğan, niçin böyle bir projeyi gündeme getirdi?
Ağustos 2004 MGK kararına dönelim. Bu toplantıda, Gülen Cemaati’ne yönelik alınması gereken tedbirlerin altında hükümet üyelerinin imzası vardı. İmzaların, muhtemelen askerin baskısı altında atıldığını varsayabiliriz ama bugünkü icraat karşısında, insanın aklına şüphe düşmüyor değil. Hele daha sonraki fişleme belgelerini görünce…
Cemaat’e yakın isimleri bürokrasiden tasfiye çabaları, 2011’den itibaren kulağıma gelmeye başlamıştı. O tarihte, buna bir anlam verememiştim. Derinden derine Cemaat ve hükümetin arasına kara kedi girse bile, durum, dışarıya pek yansımıyordu. Fethullah Gülen, Herkul.org sitesinde “Firavun”dan söz ediyor, lâkin daha öteye geçmiyordu. Erdoğan, “böcek”ten (2011 Aralık), “7 Şubat”tan (2012) tedirgin olmuştu fakat renk vermiyor, Türkçe Olimpiyatları’na katılıp, coşkulu konuşmalar yapıyordu. Her iki olayda da MİT, sorumlu olarak Cemaat’i gösterdi; Başbakan’ı kısmen ikna etmeyi başardı.
2013 Haziran’ında, birden bire dershanelerin kapatılması meselesine hız kazandırıldı. Kamuoyunda ne böyle bir talep ne de bir beklenti vardı. Üstelik bu tasarruf, toplumsal bir ihtiyaca da cevap vermiyordu. Aksine, özellikle orta sınıf diyebileceğimiz aileler, çocuklarına, dershaneler vasıtasıyla daha nitelikli bir eğitimin kapısını açabiliyordu.
Bence Erdoğan’ın planı, dershaneleri kapatarak, Cemaat’i maddi imkânlardan yoksun bırakmak, mümkünse eğitim alanının tamamen dışına da iterek, bir anlamda hadım etmekti; oğluna ait TÜRGEV ile ve imam hatipler yoluyla o sahaya da el atmak istedi.
“Siyasal İslâm”ı besleyen “sosyal İslâm” hedef bu. Dershanelerin kapısına bu yüzden kilit vuruldu. Bu önlem, her geçen gün biraz daha otoriterleşen bir siyasi figürün, sosyal tabanını Cemaat’le paylaşmayı arzu etmemesi amacını taşımaktadır.
Anayasa Mahkemesi ve dershaneler
Dershane konusu Anayasa Mahkemesi’nin önünde. Mahkeme, demokrasiye hizmet eden birçok karar verdi. Dershanelerin kapatılması konusunu da özgürlükler açısından ele alacağı ve bu keyfi düzenlemeye karşı çıkacağı umudunu taşıyorum.
Dershanelerin kapatılması, sadece çocuklarına daha iyi eğitim vermek isteyen aileleri değil en az 100 bin çalışanı da etkileyecektir. Birçok öğretmen işsiz kalacak. Zira hepsinin devlet tarafından istihdam edilmesi mümkün değil. Zaten devlette görevlendirmek için birtakım şartlar da belirlenmiş durumda: Dershanede 6 yıl kesintisiz görev yapmış olmalı; mazeret beyan etmeden atanan yere gitmeli ve 4 yıl orada çalışmalı; tazminat hakkından vazgeçmeli… (Dershane kapatıldığı için zaten tazminatı ödeyecek durumda değil. Devlette de çalışırsa, tazminat talep edemeyecek. Bütün mesaisi yanmış olacak. Muhtemelen en düşük maaştan işe başlatılacak.)
Üniversiteye giderken Yüksek Öğretime Geçiş (YGS), ardından da Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) yapılıyor. YGS’ye giren öğrenci sayısı 2 milyon; bunlardan bir kısmı eleniyor, 1 milyon 400 bin öğrenci LYS’ye iştirak ediyor.
Değerlendirmelere göre, iyi denilen üniversitelerde kontenjan 80 bin. (Çok iyi sadece 20 bin.)
1 milyon 400 bin kişinin, 80 bin ya da 20 bin kontenjan için yarışması, neden dershanelere ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Dershaneleri Milli Eğitim’in denetiminden çıkarabilirsiniz. Böylece kamuoyunda güvenilirliğini azaltmaya çalışabilirsiniz ama hür teşebbüsün kapısına kilit vurmak ne demek? Ayrıca dershanelerin, eğitimde eşitlik sağlamak gibi bir işlevi de var. Kırsal kesimde yaşayanların ya da daha fukara ailelerden gelenlerin önü, dershaneler sayesinde açılıyor.
Bu eğitim kurumlarının kapatılmasının, “Gülen Cemaati’ni bitirme” tedbirlerinden biri olarak düşünüldüğü ortada. Yani sadece “orantı” ve “ölçü” ilkesi ihlâl edilmiyor, ortada açık bir keyfilik mevcut.
“Duvara oy ver”
Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası başladı. Tayyip Erdoğan’ın meydanları dolup taşıyor. Ekmeleddin İhsanoğlu ise toplantı salonlarında kendini tanıtmaya gayret ediyor. Mutedil, akla hitap eden, milletin değerlerine önem veren bir tavır sergiliyor. Erdoğan’ın meydanları ise heyecanlı. İnsanlar, yapılan propagandaya uygun tepkiler veriyor. İşte elinde bir pankart taşıyan vatandaş: “Dik dur eğilme, bu millet seninle! Duvara oy ver de, veririz be Usta”
Sonuç:
1) Erdoğan’ın mağduriyetine inanılıyor. Oysa gerçek bu değil. Erdoğan’la uğraşan yok; Erdoğan herkesle uğraşıyor. Medyaya baskı yapıyor; Cemaat’i terör örgütü ilân etmeye çalışıyor. Hâkimleri, savcıları, polisleri oradan oraya sürüyor.
2) Bir ara Menderes’in “Odunu koysak seçtiririz” dediği ileri sürülmüştü. Aslında bu iddia doğru değildi ama Demokrat Parti’nin üzerine yapıştı kaldı. Herhalde o cümleden esinlenmiş olacaklar ki, “Duvara oy ver de, veririz” cümlesini yazmışlar. Bu davranış ancak demokratik ve özgür düşünceyi değil, teb’a zihniyetini yansıtabilir.