Ne milleti, ne Başgil’i?
Mustafa Ünal 01 Ocak 1970
Sadece siyasî analizlerde değil politikada da ‘tarihten referanslar’ sık kullanılır. Erdoğan’ın birkaç gündür diline pelesenk ettiği gibi.
1923’ten bu yana istisnasız her cumhurbaşkanlığı seçimi olağanüstülüklerle dolu. Her biri yarış değil, savaş gibi. O yüzden cumhurbaşkanlığı seçimini konu alan makalelere ‘Çankaya savaşı’ adı konulur.
Hemen hepsinde ‘statüko’ veya ‘devlet iradesi’ bir şekilde sahne aldı. 1961’de Ali Fuat Başgil’i seçtirmedi. 1989’da Turgut Özal’a itiraz etti. 2007’de Abdullah Gül’e engel çıkardı. Erdoğan bu örnekleri sıralayarak, kendisini bu zincirin ‘son halkası’ olarak takdim ediyor. Ve ‘milletin adayı’ vurgusu yapıyor.
Örnekler doğru ama bugünü izah etmekten çok uzak. Ne Erdoğan, Başgil; ne de onu durdurmak isteyen statüko söz konusu. Ne de eşi başörtülü diye engel çıkaran ‘devlet iradesinden’ söz edilebilir. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu ‘özel iklimi’ oluşturan Erdoğan’dan başkası değil. Tek adam. Ağzından çıkan kanun. Ona ve partisine karşı hukukun işlemediği düzen yürürlükte.
Bugün hangi savcı bir AK Partili hakkındaki bir iddiayı soruşturabilir? Hangi yargı ucu AK Parti’ye dokunan akçeli işin üzerine gidebilir? Hiçbiri. 17 Aralık’ın nasıl tersyüz edildiği ortada. Yolsuzluğun peşine düşen yargı mensupları ile emniyet görevlilerinin perişan hali ortada. Devlet hukuk niteliğini çoktan yitirdi. Paralel çalınan minarenin kılıfı.
Bugün ne Başgil’e silah çeken 1960’ın şartları söz konusu, ne de askerî vesayetin etrafını kuşattığı Özal’ın huruç yaptığı 1990’ların siyasi iklimi. 2007’de Abdullah Gül’ü durdurmak için internet sitesinde muhtıra yayınlayan Genelkurmay da yok. Sahne tümüyle Erdoğan’ın...
‘İktidar oyunu’ onun tek başına istediği gibi oynadığı ‘müsamereye’ dönüştü. Bırakın müdahaleyi, telkin bile düşünülemez. Parti içinde bile kendisi gibi düşünmeyenlere karşı müsamahası yok. Dün ‘Not ettim’ dedi. Başgil, Özal, Gül örnekleri 2014 cumhurbaşkanlığı seçiminin konusu olamaz. Dolayısıyla tarihi referanslar anlamsız. Başgil, Özal, Gül hatırlatmaları yersiz.
Erdoğan’ın, büyük bir törenle adaylığını açıkladığı ilk günden beri sürekli sürekli tekrarladığı ‘millet’ vurgusu da pek gerçeği yansıtmıyor. Dün belki ama bugün havada kalıyor. Erdoğan, önce ‘hükümet’ sonra ‘iktidar’, ardından ‘muktedir’ şu sıralarda ise kelimenin tam anlamıyla ‘devlet’ oldu. Hem de ne devlet. Tarihte eşine az rastlanacak türden tek başına bütün gücü elinde topladı.
O kadar ki anayasal sistemin olmazsa olmazı ‘kuvvetler ayrılığına’ bile itirazı var. Üstelik açıktan. Öyle gizli kapaklı değil. Yargı kararlarını hiçe saymaktan çekinmedi. Örnek mi? Başbakanlık inşaatına durduran kararı tanımadı. ‘Gücü yetiyorsa durdursun’ dedi. Erdoğan, şu an devletin ete kemiğe bürünmüş hali. Bu yolun sonu şeflik...
Bırakın karşı çıkmayı, yan bakmanın bile bir bedeli var. Sadece devlette de değil. Bugün Erdoğan’a rağmen bir gazetecinin, bir işadamının tutunabilmesi mümkün değil. Hak, hukuk, kural dinlenmez. Her türlü yöntemle üzerine gidilir.
Erdoğan’ı Çankaya’ya çıkarmak için devlet kurumları seferber olmuş durumda. Devletin bu kadar partileştiği, kurumların politikleştiği dönemler yok denecek kadar az. Erdoğan’ın üzerinde başka bir devlet var mı? Yok. Onun sözünün üzerine söz söyleyecek güç var mı? Yok.
O yüzden Ali Fuat Başgil örneği tutarsız, Turgut Özal hatırlatması anlamsız. Millet vurgusu da yersiz.