ETNİK KİMLİK VE TÜRKİYE
Ali Tayyar ÖNDER 20 Aralık 2006
Etnik grup nüfusunun belirlenmesinde sosyoloji biliminin ve uygar anlayışın benimsediği tek ölçüt, kişinin özgür iradesine bağlı kimlik tanımıdır. Kişinin kendi kabulü öncelik taşımaktadır
Etniklik bir çok farklı ölçütle tanımlanabilen esnek bir kavramdır. Genel olarak benimsedikleri dil, din ve sahip oldukları kültür itibarıyla diğer gruplardan 'farklı' olan gruplar etnik olarak nitelenir. Dil ve din etnikliğin dışa dönük en önemli göstergeleri olmakla beraber, özellikle bugünkü iletişim çağında kültür etnik kimliği belirleyen önemli etmenlerden biridir.
Etnik grup kimliği farklı iki temel 'bakış'la tanımlanmaktadır. Birincisi, grubun kendisini 'kim', 'ne' olarak gördüğünü esas alan 'emik' bakıştır. Bu tanımda önemli olan grubun kendi kabulüdür. Bu kabulde grubun soyu, dili her zaman belirleyici değildir. Örneğin, aslen Türkmen olan Karakeçililerin Urfa kolu yakın zamana kadar kendilerini Kürt olarak tanımlamışlardır. Almanya'daki bir araştırmada Türk asıllı çocukların 250 bini kendilerini Alman olarak gördüklerini ifade etmişlerdir.
İkinci 'bakış' (tanımlama) bir grubun kendi dışındaki diğer bir grubu 'kim', 'ne' olarak görmesine dayalı 'etik' bakıştır. Bu genellikle çoğunluk, egemen unsurun bakışıdır ve bir çok durumda sosyolojik, bilimsel verilerle ve tanımlanan grubun kendi kabulleriyle bağdaşmaz. Örneğin, ülkemizde her Karadenizliyi Laz olarak tanımlamak yaygındır. Oysa 'yerli' anlamında Laz gerçekte (Bennighaus, Meeker'in de tespit ettiği üzere) sadece Rize'nin Pazar, Arhavi, Hopa yöresi halkıdır. Rize'ye yakın olan Trabzon, Giresun, Ordu illerindeki yerli halk dahi Laz tanımlamasını kabul etmez ve gerçekte Laz değildir.
Zazalar Kürt değil
Etik bakış genellikle çoğunluğun ve zaman zaman devletin bakışı olarak etniklik politikalarının belirlenmesinde olduğu kadar, dışarıdaki grubun kendini tanımlamasında ve kimlik değişiminde etkilidir. Bunun somut örneği Zazalardır. Yerli unsur olarak Zazaların toplandığı merkezler Tunceli, Bingöl, Diyarbakır, Palu (Elazığ), Siverek (Urfa) ve merkezler arasındaki bölgelerdir. Türkiye genelindeki nüfusları 1-1.5 milyon tahmin edilmektedir. Anadolu dışında dünyada hiçbir Kürt bölgesinde bulunmayan Zazalar, 20. yüzyılın başlarına kadar Kürt tanımlamasını kabul etmemişlerdir. Bu döneme kadar topluluk kendisini Zaza olarak dahi değil, genelde 'dımıli' kimliğiyle tanımlamıştır.
Konunun uluslararası otoriteleri kabul edilen Prof. V. Minorski, Prof. Goichie Kojima, O. Mann, David Mc Kenzie, Haddank'ın araştırmaları Zazaların Kürt ve Zazacanın Kürtçenin bir lehçesi olmadığını ortaya koymuştur. Bütün tarihi gerçeklere ve bilimsel tespitlere rağmen Zazaların büyük çoğunluğu bugün Kürt kimliğini benimsemişlerdir. Kimlik tanımındaki bu değişimin en güçlü etmeni 'etik' bakış olmuştur. Çevre toplum asırlarca tavizsiz bir şekilde Zazaları Kürt olarak görmüş ve kimlik baskısı yapmıştır. Devlet Zazaları Kürt olarak tanımlamıştır. 1960'lı yıllardan 70'li yıllara kadar devrimci sol 'halklara özgürlük' söylemi içinde Zazalara Kürt kimliğini benimsetmeyi ilkesel bir hedef olarak benimsemiş ve Zaza kimliğinde direnen aydınları, M. Şerif Fırat örneğinde olduğu gibi katletmiştir. PKK, Zazaları Kürt cephesine kazandırmak için yoğun etkinlik göstermiştir.
Kaldı ki bugün hâlâ sadece özel değil, devlet TV'sinde bile Zazaların Kürt olduğu anlatılmaktadır. Böylesine uzun süreli ve yoğun dış baskı sonucu Zazalar dil ve kültür farklılığına rağmen Kürt kimliğini benimsemişlerdir. Bu değişim etik bakışın 'emik' bakışı etkilemesindeki önemi kanıtlayan somut bir örnektir. Bir başka örnek, Abbasiler tarafından Hatay bölgesine yerleştirilmiş Horasan Türkmenleri oldukları tarihi belgelerle kanıtlanmış olan Nusayrilerin toplumsal çevre baskısı ve devlet yaklaşımı sonucu bugün kendilerini Arap kimliğiyle tanımlamalarıdır. (1)
Çağdaş dünyada, çağdaş uygarlık anlayışının ve sosyoloji biliminin geçerli sayıldığı kimlik, grubun kendi kabulünü temel alan 'emik' bakışa dayalı kimlik tanımıdır. Kişinin kendi kimliğini kendisinin tanımlaması özgürlüğü temel bir insan hakları ilkesi olarak benimsenmiştir. Günümüz insanı, iletişim, ulaşım, eğitim imkânlarıyla evrensel, ulusal, yerel kültürlerin sentezini yaparak, kendi kimliğini tanımlamada dünden çok daha bilinçlidir. Bu bilinçle 'toplumsal aidiyet' 'kültürel aidiyet'e yönelmektedir. Kafatası ölçümlerine, deri renklerine, soy kütüklerine dayalı anadil verilerine bağımlı ırkçı, Jakoben etnik kimlik dayatmaları uygar dünya toplumlarında geçerliliğini yitirmiştir.
Çağdaş sosyoloji bilimi bu gerçeği tespitle kişinin kabulüne bağlı kimlik tanımını temel ilke olarak benimsemiştir. Ne var ki ülkemizde pek çok aydın, bilim adamı, siyasetçi, hâlâ ırkçı, şoven nitelikli kimlik dayatmalarını sürdürmekte, konuyu bu yanlış temelde değerlendirmektedir. Bu konuda toplum kendilerinden çok daha ileride ve çağdaştır.
Araştırmalar ne diyor?
1993'te Türkiye'nin genelini temsil eden İstanbul'da Tarhan Erdem yönetiminde KONDA ve 1999'da Prof. Dr. Binnaz Toprak ve Doç. Dr. Ali Çarıkoğlu tarafından TESEV adına yapılan çok önemli bilimsel anket ve araştırmalar bu gerçeği çok açık olarak belirlemiştir. TESEV araştırmasında etnik kimlik seçeneğinin yanı sıra 'T.C. vatandaşı' seçeneği de verilmiş, ancak 'tek bir öncelik' şartı konulmuştur. Bu şarta bağlı kimlik tanımında 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım' diyenlerin oranı; 'Türk'üm' diyen yüzde 20.2, 'Müslüman Türküm' diyen yüzde 4.3, 'Kürdüm' diyen yüzde 1.4, 'Alevi'yim' diyen yüzde 1.2'lik oranlardan çok daha büyük olarak yüzde 33.9'a çıkmıştır. Açıkça görülmektedir ki, halkımızın üçte biri gibi büyük bir bölümünün 'vatandaşlık bilinci' etnik aidiyetle belirlenmemektedir. Ancak söz konusu verilerin, etnik grupların nüfus dağılımını açıklamadıkları unutulmamalıdır.
KONDA araştırması ise kimlik tanımlamasında 'kültürel etmenin belirleyiciliğini' kanıtlaması ve etnik grupların nüfus oranlarını tespit bakımından önemlidir. Araştırmada hem ana, hem de baba tarafından Laz, Arap, Çerkez, Arnavut vs. olanların oranları belirlenmiştir. Belirlenen gruplara, kendi kimlik kabullerini saptamak için, 'Siz kendinizi ne hissediyorsunuz?' sorusu sorulmuştur. 'Hem anam, hem babam Kürt' diyen yüzde 7.6'lık grubun yarısına yakını, yüzde 3.9'ü Türk cevabını vermiştir. Diğer grupların yaklaşık yüzde 100'ü kendilerini Türk hissettiklerini söylemiştir. Doğrudan Türk olduklarını söyleyenlerin oranı yüzde 86'dır. Diğerlerinin eklenmesiyle bu oran yüzde 89.7 olmaktadır. Sadece 'Müslüman'ım' diyenler yüzde 4'tür. Türklük dışında etnik kimlik benimseyenlerin toplamı yüzde 5'tir. Araştırma sonuçları, ülkemizde etnik kimlik tanımında kültür etmeninin, milli aidiyet bilincinin soy, ırk, anadil ölçütlerinden çok daha büyük öncelik taşıdığının açık kanıtıdır.
1994'teki TÜSES araştırmasında, Kürt olduğunu ifade eden seçmen oranı yüzde 9.8'dir. Ancak bu ifadenin 'köken' mi, 'kimlik önceliği' mi ifade ettiği belirlenmemiştir. Bir varsayıma göre, kimlik tanımı olarak kabul edilse bile Kürt'üm diyen nüfus yüzde 9.8 oranıyla 6.3 milyonu aşmamaktadır. (2) Yansız belirlemelerle, Kürt kökenli nüfusun 10 milyon dolayında olduğu düşünüldüğünde, sadece 6.3 milyonun Kürt'üm demesi, etnik kimlik tanımında soy ve anadil etmeninin mutlak belirleyiciler olmadığı, kişinin kendi kabulünün öncelik taşıdığı görülmektedir.
Oy oranlarının anlamı
Etnik nüfus belirlemelerinde bir alt veri olarak, belirli bir grup kimliğini temsil ettiğine inanılan siyasi partilerin oy oranları da aydınlatıcıdır. Kürt kimliğini temsil ettiği düşünülen HADEP'in genel seçimlerdeki oyu 1995'te yüzde 4.2, 1999'da yüzde 4.7'dir. Türkiye'deki etnik grup nüfuslarının belirlenmesinde çok yanlış olarak genellikle tek ölçüt olarak anadil esas alınmıştır.
Anadil 'kökeni' açıklamak yönünden geçerli olmakla beraber, grubun kendini ne olarak tanımladığını açıklama bakımından yetersiz veridir. Türkiye'deki Kürt nüfusu anadil, dolayısıyla kimlik değil köken esasına göre belirleyen 1927-1965 nüfus sayımlarındaki anadil tespitleri, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri projeksiyonu. Der Weltmanach 95 yayınının değerlendirmeleri, Javed Ensari, M. Fany'nin araştırmalarına göre Kürt kökenli grubun nüfusu 6-8 milyon arasında değişmektedir. (3) Anadil ölçütüne dayalı en yeni araştırma Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından 1998 yılında Prof. Dr. Aykut Toros yönetiminde yapılmış olandır. Geniş kapsamlı bu araştırmada o yıl için belirlenen nüfus 9.2 milyondur.
Sorun nicelik değil
Ancak, baştan beri belirtildiği üzere, etnik grup nüfusunun belirlenmesinde sosyoloji biliminin ve uygar anlayışın benimsediği tek ölçüt, kişinin özgür iradesine bağlı kimlik tanımıdır. TESEV, KONDA, TÜSES araştırmaları ve diğer veriler bu ölçütün Türk toplumu için de geçerli olduğunu kanıtlamıştır. Bu ölçütle Türkiye'de Türklük dışında öncelikli başkaca kimlik benimseyenlerin nüfusunun Kürt olarak 4 milyonu, Çerkez, Laz, Arap vs. olarak toplam 1-2 milyonu aşmadığı bilimsel verilerle desteklenen bir tespittir.
Sonuç olarak; etniklik konusunu tartışanların, bu konuda politikalar belirleme konumunda olanların her şeyden önce sosyoloji biliminin tespitlerini ve halkının gerçeğini kavramaları gerekir. Etnik kimliği sübjektif, ırkçı, şoven dayatmacı bir temelde algılayan zihniyetle sorunları doğru teşhis etmek, gerçekçi olmak ve kalıcı çözüm üretmek mümkün değildir. Etnik toplulukların kültürel haklarını evrensel insan hakları temelinde sağlamak için yapay dayanaklara ihtiyaç yoktur. Sorun bir nicelik meselesi değildir. Bu, uygar bir devlet ve millet olmanın gereğidir.
(1) Türkiye'nin Etnik Yapısı, A. Tayyar Önder, Bilim Sanat Yayınevi
(2) Nüfus 65 milyon kabul edilmiştir.
(3) Her Yönüyle Kürt Dosyası, Prof.Dr. Abdülhaluk Çay, Turan Kültür Vakfı.