« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

04 Ağu

2014

Kelepçeli adalet

Ekrem Dumanlı 01 Ocak 1970

17 Aralık’taki yolsuzluk soruşturmasından bu yana iktidar, hukuku askıya aldı. Ne anayasa dinliyor, ne yasa.

O soruşturmaları örtbas edebilmek için “Paralel yapı” safsatasına sarıldı pek çoğu. Bu saçma iddiayı teyit edecek somut bir bilgi bulunamayınca bazı kişiler öfke ve paniğe kapıldı. Çünkü devletin bütün imkânları seferber edilmiş, herhangi bir suç unsuru bulunamamıştı. Halbuki yolsuzluk, rüşvet ve kara para soruşturmasındaki somut deliller ortadaydı ve üstünü kapatmak hiç de kolay görünmüyordu.

Ne yapıldı? Başbakan’ın tabiriyle “altyapı döşendi”, “proje” devreye sokuldu ki ‘paralel’ saçmalığına delil uydurulabilsin. Önce yeni bir kanun çıkarıldı ve o kanuna binaen yeni bir mahkeme kuruldu. Sonra o mahkemelere iktidar talimatı doğrultusunda icraat yaptığına dair kuşkular uyaran hâkimler atandı. Böylece tabii hâkimlik ilkesi çiğnenmiş oldu. Oysa evrensel hukuka göre bir yargılama, önceden var olan bir mahkeme tarafından yapılmalı ki tabii hâkimlik ilkesi ayaklar altına alınmamış olsun. Yeni mahkeme ile başlayan yeni bir soruşturma, devrim mahkemelerini ve olağanüstü hal dönemlerini çağrıştırır ki bu usule olsa olsa antidemokratik dönemlerde rastlanabilir. Darbe mahkemelerinde ise hak, hukuk, adalet olmaz...

İlk düğme, tabii hâkimlik ilkesinin ayaklar altına alınması ile yanlış iliklendi. Sonra atama yanlışları yapıldı. 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarında iktidar üyelerinin isteği doğrultusunda karar verenlerin sulh ceza hâkimliğine atanması tesadüf olabilir mi? 5 gün önce kurulmuş mahkemedeki hâkimlerin, göreve başladıkları gün iktidar tezleri doğrultusunda icraata geçmesi tesadüf olabilir mi? İlk iş yolsuzluk operasyonunda görev alan emniyet yetkililerini, terör soruşturmalarında vazife gören emniyet amirlerini gözaltına almak. Üstelik hukuksuz bir tavır ortaya konarak yapıldı ilk icraat. Gözaltıların yaşandığı gün Selam-Tevhid Terör Örgütü ile ilgili dosyanın kapatılması da bir hayli düşündürücü. Oysa o dosyada ciddi ithamlar olduğu ortada. Acaba ucu kime dokunuyor ki Selam-Tevhid Terör Örgütü soruşturması bazılarını bu kadar çileden çıkarıyor ve hukuksuz uygulamalara başvuruluyor...

Sonraki aşamalar tam bir hukuk katliamı. İktidar borazanı bazı medyanın muhabirlerine (yargı ve emniyet yetkilileri tarafından) bir gün önceden “Sabaha hazır olun, operasyon var” deniyor. Sonra gecenin bir yarısında polis yetkililerinin evlerine kameralar eşliğinde baskınlar düzenleniyor. Belli ki şov yapılıyor, belli ki korku salınmak isteniyor, belli ki toplum nezdinde insanlar aşağılanmak isteniyor. Ve şöyle bir mesaj veriliyor adeta: Bir daha yolsuzluk araştırması yapan, radikal örgütler ve terör şebekeleri üzerine giden, ucu iktidara yakın kimselere dokunan soruşturmalara imza atan güvenlik güçleri, böyle şiddetli bir şekilde cezalandırılacaktır.

Ramazan gününde. Sahur vaktinde. Hiçbir hukukî izahı yapılamayacak şekilde kelepçeler takılıyor emniyet amirlerine. Ne var ki beklenmedik bir hadise yaşanıyor o esnada: Ellerine kelepçe vurulan kanun adamlarının cesur ve yürekli haykırışı. Birisi ellerindeki kelepçeleri göstererek “Ben haram lokma yemedim, yanlış iş yapmadım” diye haykırıyor. Gözaltına alınan bütün görevliler (istisnasız) aynı onurlu davranışı sergiliyor. Kim ne derse desin kamu vicdanında bunun derin bir manası var: Hırsızlar dışarıda; hırsızı kovalayanlar içeride! Peki adalet nerede?

Sahur baskınında gözaltına alınırken bir ana evladını uğurluyor. “Yavrum, hırsızlar utansın; sen utanacak bir şey yapmadın...” diyor. İster istemez kitleler ayakkabı kutularını, sıfırlanan milyar dolarları, hediye verilen 700 bin liralık lüks saatleri, doyumsuz bir şekilde inşa edilen villaları hatırlıyor, yatları katları vs. hatırlıyor…

Değişik fikirlere mensup olan onca emniyet mensubu tek bir yafta ile zan altında bırakılıyor. Güya değişik çevre ve kültürlerden gelen o insanlar ‘paralel’ yapı içindeler. Böyle saçma ve delilsiz bir iddia ile insanları yaftalayanların hukuktan nasibi olabilir mi? Onların umurunda değil hukuk; belli ki öç almak, suçüstü yakalandıkları soruşturmaların hesabını görmek istiyorlar. O yüzden herkese kelepçe takılıyor. Öyle ki kendi iradesiyle emniyete giden bir polis müdürü arkadan kelepçeleniyor. Hangi hukuk tanımaz yetkili bu emri verme cüretinde bulunuyor? Kamuoyunda infiale sebep olan ve çokça tartışılan kelepçe talimatına neden mert bir yetkili çıkıp “ben talimat verdim” diyemiyor? Çünkü yapılanlar suç.

İstanbul Adalet Sarayı’nda yaşananlar tam bir skandal. Hiç şüpheniz olmasın, tarihe kara bir leke olarak geçecek. Gözaltı süresi bittiği halde polisleri Adliye’de kanunsuz bir ısrarla bekletmek beceriksizlik değilse tam bir zulüm. Sürenin bitmesinin ardından tekrar gözaltı kararı çıkarılması da acemice yapılmış bir başka hukuksuzluk. Bunun hesabını hiç kimse veremez. Hele avukatların mahkeme salonunda kimliği belirsiz kişilere rastlaması ve o şahısların Hâkim İslam Çiçek’le görüştüğünün anlaşılması ve Hâkim Bey’in “Kaç İsmail kaç!” diyerek adamı Adliye’den firar etmeye teşvik etmesi adaletin çivisinin nasıl çıktığını gözler önüne seriyor, hâkim ve savcıları kesinkes zan altında bırakıyor.

Türkiye, Ramazan Bayramı’na kelepçelerle girdi. Kiminin ellerindeydi o kelepçe, kiminin iradesinde. Ellerinde kelepçe olan kişiler, “Ben haram lokma yemedim!” diye haykırıyordu. Ya iradesi kelepçeli olanlar? Kadir Gecesi’nin üzerine gölge düşürdü o kelepçeli adalet sistemi. Ne var ki o mübarek gecede bazılarının kalp gözü kapalı, kulakları tıkalıydı. Mazlumların âhını işitmediler. Bir yudum suya muhtaç bırakılarak sahursuz oruç tutmaya zorlanan Hüseyin’lerin âhını duymayan, Kerbela faillerinin zulmünü anlayamaz ki!

Talimatla eziyet yapanlar, hukuku askıya alanlar, hiç kuşkunuz olmasın, yaptıkları yanlışların hesabını hukuk karşısında mutlaka verecek. Ya kalemini kiraya verenler, aklını ve vicdanını mahpus hale getirip bir ahir zaman teshirine kurban gidenler? Onlara kelepçeli özgürlüğün nasıl bir vakara dönüştüğünü anlatmak çok zor; çünkü koltuğunu sırtında taşıyanların ve makamlar altında ezilenlerin esaret görünümlü gerçek hürriyetten haberdar ve nasiptar olması çok zor.

Polislere neden sahip çıkıyoruz?

İktidara kul köle olmuş bazı çevreler, yayınlarımızdan çok rahatsız olmuşlar ki “Neden Zaman polislere sahip çıkıyor?” diye sorguluyorlar. Hatta ‘sahip çıkma’ üzerinden ‘örgütsel bağ’ kurmak için hoplayan zıplayan kişilere de rastladık. Üstelik bunların bir kısmı hukukçu sıfatıyla dolaşıyor, kendilerini rezil, rüsva ediyor ekranda. En başta şunu bilmek lazım: ‘Paralel’ diye bir şey yok; bu zırvanın hukukta yeri hiç yok. İkincisi; bu polislerin cemaat üyesi diye yaftalanması yanlış. Her düşünceden devlet görevlisini ‘paralel’ safsatası ile yaftalayıp; sonra da bunları neden savunuyorsunuz demek olsa olsa yandaş zekâsının düşüklüğü ile izah edilebilir. Kaldı ki Ramazan ayında yürütülen ve hukuku ayaklar altına alan gözaltı işlemleri Yezid zulmünü andırıyor. Bu kişilere sahip çıkmak değil, zulme seyirci kalanlara “Siz nasıl insansınız ki zulme razı oluyorsunuz?” diye sormak gerekiyor.

Biz ta baştan beri “suç işleyen varsa, kim olduğuna bakılmaksızın, hesap vermeli” dedik. Yine de öyle diyoruz; ancak tabii hâkimlik ilkesi yerle bir edilerek, yeni bir kanunla yeni mahkeme kurularak, seçilmiş hâkimler atanarak, yandaş medya öncülüğü ile suçlu ilan edilerek, Aktroller eşliğinde linç operasyonları yapılarak farklı dünya görüşünden insanları ispatsız bir hoyratlıkla ‘paralel’ diye suçlayarak adalet tesis edilemez. Bugün despotizmin ve ceberutluğun verdiği sarhoşlukla esip gürleyenler bir gün hukuk karşısında süt dökmüş kedi gibi olmaya mahkûmdur. Tarihte bunun yüzlerce örneği var…

Halim Kaya

26 Kas 2024

Süleyman Eryiğit’in yazdıklarından daha önce hiçbir yazısını okumadım. Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Ömer Lütfü Barkan, Mehmet Genç gibi hocaları okuyup Osmanlının geri kalışının sebepleriyle ilgilenmeye başladığımdan ve özellikle de Mehmet Genç’in iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabını okuduktan sonra “Osmanlı ve Kapitalizm” konusu daha dikkatimi çekmeye başladı.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

26 Kas 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 125,90 M - Bugn : 145215

ulkucudunya@ulkucudunya.com