Başbakan’ın psikolojisi
Ali Ünal 01 Ocak 1970
Geçmişte yaşamış, önemli, zalim diktatörlerden biriyle ilgili bir yapım izlemiştim. Yönetim, artık diktatörü taşıyamayacak hale geliyor ve onu sarayında yalnızlaştırıp, eğlence hayatına itiyor.
Bu zalim diktatör, gecelerini eğlenceyle geçiriyor ve ancak ikindiye doğru kalkıyor. Kalkınca ilk yaptığı, alkol ve bol miktarda kahve içmek oluyor. Etrafındakilere sık sık çocukluğunun geçtiği âsûde kasabaya, bağlık, bahçelik yerlere dönme arzusunu izhar ediyor.
Belki bütün diktatörlerdeki bu psikoloji, çok önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır. İnsan vicdanı, o insan itikad ve yaşayış olarak ne ve nasıl olursa olsun, daima doğruyu söyler ve insanın yaptığı hatalar, işlediği günahlar, vicdanına bütün ağırlığıyla çöker. İnsan, bu çöküşün şiddeti altında, onun kaynağını ve sebebini fark etsin veya etmesin, bunu itiraf etsin veya etmesin, sürekli bir mutsuzluk, yalnızlık hali ve zaman zaman öfke patlamaları yaşar. Bu noktada insana düşen, samimi bir istiğfarla günahlarından ve yine her biri günah olan kötülüklerinden temizlenmek ve gittiği yoldan geri dönmektir. Fakat insan, vicdanının sesini dinlemez, günahlarını ve kötülüklerini itiraf edemeyip yolundan dönmez ve istiğfarla temizlenemezse, bu defa bir yandan kendisini sefahate salar, diğer yandan vicdanında kendisini aklamak, güya haklılığına, doğru yolda olduğuna kendisini inandırmak için daha çok günah, daha fazla kötülük işlemeye devam eder ve dibe doğru gittikçe uzayan tam bir kötülük anıtı haline gelir.
Vicdan azabı, Cehennem azabına delil, bundan da öte, Cehennem azabından daha ağırdır. Kur’ân-ı Kerim, Rahmân Sûresi’nde Cehennem’i Allah’ın Rahmâniyet tecellisi nimetlerinden olarak anar. Çünkü, Cennet mağfiret ve hususî rahmet (Rahîmiyet) tecellisi olmasına mukabil, Cehennem, Rahmâniyet’e dayalı mutlak adaletin tecellisidir; dolayısıyla adalet ne kadar büyük nimet ve rahmetse, Cehennem de o ölçüde nimet ve rahmettir. Zalimler için yaşasın Cehennem! İkinci olarak, Cehennem ehli Cennet’e koyulacak olsa, onlar bunu reddederler. Çünkü, kendi vicdanlarında kendilerini mahkûm etmişlerdir ve Cehennem’i hak etmelerine sebep günahları ve kötülükleri vicdanlarını öyle yakar ki, Cennet’e koyulacak olsalar, vicdanlarındaki yangın Cehennem ateşinden çok daha yakıcı olacağı için, onlar Cehennem’i tercih ederler. İnsan, dünyada iken de, Âhiret’te vicdanını ancak Cehennem ateşiyle susturabilecek ölçüde işlediği kötülüklerin, günahların ve cinayetlerin yakıcı azabını ve ağırlığını vicdanında duyar. Bu öyle dehşetli bir haldir ki, yukarıda arz edildiği üzere, insan ya girdiği yoldan çıkıp, içten bir istiğfarla ve kötülük ve cinayetlerinin cezasına razı olmakla vicdanının baskısından kurtulur veya vicdanını susturmak, güya vicdanında haklı çıkmak için daha fazla kötülük, zulüm üstüne zulüm, cinayet üstüne cinayet işler.
Türkiye’de 17 Aralık’tan bu yana yaşadıklarımıza, Hocaefendi ve Cemaat’e atılan onca iftiraya, Cemaat’i bitirme, müesseselerini kapatma teşebbüslerine, ağızlardan kan fışkırır gibi çıkan bazı sözlere, söylenen, yazılan yalanlara, işlenen hukuk cinayetlerine, vazifelerini en iyi şekilde yapma dışında hiçbir suçları olmayan kahraman Emniyet ve Yargı mensuplarına reva görülenlere ve bütün bu olanlar karşısında sözde kanaat önderleri, ulemâ ve Diyanet erbabının büyük çoğunluğu itibarıyla sükûtu tercih etmesine, hattâ bazıları itibarıyla sevinmesine bu vicdan aynasından baktığımızda, her şeyi çok daha iyi anlayabiliriz. O bakımdan, girilen bu yolda ya Başbakan vicdanının sesini dinleyip, tevbe ile yolundan dönecek ve kendisiyle birlikte sürüklediği veya sürüklenen kişiler hakkında hukukun vereceği hükme razı olacak ya da vicdanı üzerindeki tonlarca ağırlık altında güya haklılığını ispat için daha fazla kötülük yapacak, daha çok intikam peşinde koşacak, daha çok zulmedecek ve sonunda bir “racfe ve sayha” ile kendisi mukadder âkıbetine yuvarlanırken, arkasındakilere ve daha acısı, bu ülkeye de çok büyük bir bedel yaşatacak.